İKLİM İKLİM İÇİNDE

UĞUR CANBOLAT

BELİ bükülmüştü ama ona ihtiyar diyemezdik.

Bu bizi mahcup ederdi zira.

Hızlı yol yürümekte, dağa tırmanmakta, yokuş aşağı inmekte onun süratine yetişemezdik.

Kuş gibiydi desek abartmış olmayız.

Muhabbet ehliydi.

Sözü dinlenir, çayı içilir ve sofrasına oturulurdu.

Muhabbeti ise bir başkaydı.

Bizleri iklimden iklime öylesine çabucak ve yormadan taşırdı ki anlatılası değil.

İKLİMİ tarif edenler bir yerde uzun bir süre boyunca gözlemlenen sıcaklıknemhava basıncırüzgâryağış, yağış şekli gibi meteorolojik olayların ortalamasına verilen addır diyorlar.

Doğrudur.

İtirazımız yok.

Ama bize yaşattığı veya taşıdığı iklimlerin bu tarifle hiç ilgisi yok.

Hava durumundan farklı olarak bir yerin meteorolojik olaylarını uzun süreler içinde gözlemlesinler uzmanlar. Bu onların işi elbette.

Bir yerin iklimi o yerin enlemine, yükseltisine, yer şekillerine, kalıcı kar durumuna ve denizlere olan uzaklığına bağlıdır şeklinde tarif etsinler ehli olanlar. Buna da söz söyleyecek değiliz.

Ama bizim mevzumuz bu değil.

FARKLI bir anlatım tarzı vardı.

İklimine çekerdi dinleyenleri.

Hava olaylarına göre değil gönül hadiselerine göre yer değiştirirdik.

Ancak sıcaksa yakmaz, nemliyse yapış yapış yapmaz, soğuksa üşütmezdi onun bizi seyran ettirdiği iklimler.

Onun her iklimi muhabbetin bir neticesi olarak hep ılıman, hep serinleticiydi.

SÖZ harlandığında sık sık “İklim iklim birbirinin içinde” derdi.

Bizim iklimleri farklı şekilde tasnif edişimizi doğru ve sağlıklı bulmazdı. Birbirine geçişler olduğunu söylerdi. Hatta İranlılara ait olan dünyadaki enlem ölçümlerinin henüz bilinmediği ya da hesaba katılmadığı dönemlerde İran, Arabistan, Türk, Hint, Afrika, Çin ve Rum olarak ifade edilen yedi iklimden de fazla iklimler olduğunu özenle anlatırdı.

Ona göre bu bir coğrafi değil gönül olayıydı.

AKLIN İKLİMİNİ sık sık dile getirirdi sınıflandırma yaparken.

Üstüne basa basa “Ne yazık ki, bu iklimden mahrum bırakıldık” derdi.

Aklı geride bıraktığımızdan veya vekalet aklı benimsediğimizden beri üzerimize belalar yağdığını ama bunu bizlerin göremediğini dile getirirdi.

Bir de iddiası vardı ki, dikkate değer. Akıl iklimini yaşamadan, burada var olmadan iman iklimine geçilemeyeceğini uzun uzun izah ederdi.

Akıl iklimini ıskalayanların Allah’ın yarattığı tabiat ayetlerini okuyamayacağını dolayısıyla yaşadığı dünyadan bihaber olacağına işaret ederdi.

“Akıl ikliminden gafil olanlardan hayret ve hayranlık alınmıştır” sözü hâlâ zihnimde çakılı durur.

GÖNÜL İKLİMİ imanın merkezi ve otağı idi ona göre.

Akıl ikliminden sonra iç içe olan halkaların ikincisiydi bu.

Coşkunun, sevginin, aşkın ve kutsal hüznün kaynama noktası olan buraya geçebilmek akıl iklimini bilmek ve idrak etmek gerekliydi.

Hayat ancak böyle renklenebilirdi.

Suretler sîrete ancak böyle erişebilirdi.

Varlık ancak bu şekilde anlamlandırılabilirdi.

Sadece bunlarla da sınırlı değildi elbette iç içe olduğunu beyan ettiği iklimler.

Mesela ona göre Kur’an-ı Kerim biz müminlerin can bulacağı iklimdi. Sevgili Nebi’mizin mübarek ve muhteşem örnekliği asla uzak duramayacağımız bir başka iklimdi.

İlim bir iklim idi.

İrfan bir iklim idi.

Düşünce, tefekkür, müsamaha, hakikat, marifet, muhabbet yine iç içe geçmiş ve birbiri içinden aynı anda geçilmesi gereken iklimlerdi.

Rahmet iklimi mesela.

Bereket, şükür, tevazu iklimleri…

Bunlar birbirinden ayrılamazlardı. Bizlerin yaptığı gayrım gerçeklere değil vehimlere dayalıydı.

En çok hayıflandığı husus her birimizin bir iklimi kutsayarak diğerlerini yok sayıp kendimizi kurutmamızdı.

İşte bu mânâ fukaralığından bizleri çekip çıkarmak ve her an gündemimizde taze tutmamız için döne döne “İklim iklim içinde“ derdi.

Haksız mıydı?

Hayır, çok haklıydı.

29.11.2023

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/iklim-iklim-icinde/807527

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir