HAYAL mi gerçek mi olduğunu ayıramamıştı. Onu hep göğsünde bir papatya gibi taşıdığını hissederdi. Ya da gürül gürül akan bir pınar… Kimi zaman onu çeşme gibi düşünür akan suyun yerine kendini koyardı. Bazen de tersini tahayyül ederdi. Kendisi pınar olur su ondan akardı gürül gürül.
Su gerçeği simgelerdi. Hakikat idi. Uzakları gönlü yakın etmişti nicedir. Leyla gibiydi çoğu zaman. Yok, yok mecnun gibiydi. “Ben onun gerçeğiyim, o da benim hakikatim” derdi.
Hakikatli severdi gerçekten de. Kırmazdı hiç, kırılmakta istemezdi.
Kendisine seslenirken “İncim” derdi.
Gözlerini açtığında sabahları bir çift iri gözle karşılaştığını düşünürdü. Etrafı koyu kahverengi kirpiklerle çevrelenmiş gibiydi.
O gözlerin içinde kendini bir inci gibi görüyordu. Siyah bir inci.
Dudaklarında bir kıpırtı hissederdi. O gözlerden içine sıcacık duygular akıyordu merhamete bulanmış.
Bu her sabah oluyordu istisnasız. Hiç aksamamıştı.
Ve her uyandığında bu durumu yaşıyor ve “İncim” diyordu. “Siyah incim.”
Göğsünde değil gönlünde taşıdığı her halinden belliydi.
İncisinin incisi olarak yaşayıp gitti.
Kavuşup kavuşmadığını bilen olmadı. Firkatte vuslatı bulanlardandı.
02.11.2019