DEVİR değişti, zaman başkalaştı. Hepimiz belirli oranlarda bundan payımıza düşeni aldık.
Almasak daha iyiydi kuşkusuz.
Şimdi görünür, bilinir olmak ne kadar revaçtaysa eski mutlu zamanlarımızda görünmezlik esas idi. Mahremiyet vardı hayatımızda.
Yaşanan her duygunun kendine göre içine çeken bir gizemi bulunurdu.
Ulaşılmak istenene kolay gidilemediği için kaybedilmesi de bir o kadar güçtü. Zor kazanılan kolay yitirilemezdi zira.
Elin mahremiyeti vardı. Yüzün, gözün, sesin… Hatta elin de öyle. Çünkü tüm bunlar kişiye dair özel bilgiler verirdi ve sadece helaline gösterilebilirdi.
Kalbin mahremiyeti vardı en önemlisi.
Ne zaman kalbin bu mahremiyetini kaybettik diğerleri ardı sıra geldiler.
Artık afişe edilen, gizemini kaybetmiş, özel olmaktan çıkmış bir hayat tercih edilir oldu.
Her mühim duygumuzu uluorta yaşıyoruz. Hüznümüz, kederimiz, acılarımız aleni hâle geldi. Hatta bağıra çağıra ifşa eder olduk.
Sevinç ve coşkularımızı da öyle.
Demirin yüksek ateşte erimesi gerilerde kaldı. Erimiz demirleriz neredeyse hepimiz.
Perdelerimiz vardı evlerimizde. Yırtıldı.
Avlumuzu çepeçevre kuşatan yüksek duvarlarımız ve çatal kapılarımız vardı. Yıkıldı.
Kirlendik…
Kişilik, duygu, davranış, tavır, eylem ve fikirde kirlenmeler yaşadık kalbimiz mahremiyetini kaybettiğinde…
Temizlenmeye ve yeniden kalbimizin mahremiyetine sığınmaya ihtiyacımız var.
Acilen hem de…
27.07.2020