KENDİSİNİ yere göğe sığdıramıyordu. Her şeye ve herkese hükmedebileceği zannına kapılmıştı.
Yurt dışında tahsil yapmış, iyi pozisyonlarda çalışmış ve önemli başarılar elde etmişti.
Kendinden başkasını önemsemiyor hatta küçük gördüğünü zekice cümle oyunlarıyla gösteriyor ve bundan sinsi bir zevk alıyordu.
Bu kadar dönüşüme uğramış olmasına rağmen beni neden arayıp bulduğunu ve “Gel eski günlerdeki gibi birlikte zaman geçirelim” dediğini anlayamadım.
Daha önce birlikte takıldığımız mekânları ziyaret ettik. Aynı taburelere oturduk. Hatırlayanlar ve samimiyetle hatır soranlar oldu. O ise buzdan bir heykel gibi soğuktu. Çok mesafeli cümleler kuruyor üstenci bir tavır içine giriyordu. Ona içtenlikle yaklaşanlar birden buz kesiliyorlardı.
Günün sonunda gençliğimizde sohbetine gidip dem aldığımız kişiyi kastederek “Babaya da gidelim” dedi.
Gittik.
Yine gençler etrafına toplanmış muhabbet kazanını kaynatıyorlardı. İlk duyduğumuz sözler şunlar olmuştu.
“Gölge bir varlıksın sen, neyine güveniyorsun. Evin dışıyla ilgili yaptığınız tüm tahkim çalışmaları içeriyi beslemedikçe anlamsızdır. Gölge ışığın ve cismin varlığına muhtaçtır. O olmazsa, olmaz. Gölge asıl değildir. Ayrıntı vermez. Sadece genel bir kanaat verebilir. Renksizdir. Gölge varlığa bağlıdır. Buna göre hareket eder ve güneşin durumuna göre şekil kazanır…”
Başımıza taşlar geldiğini hissettik. Yara bere içinde kalmıştık. O kibirli tavırlar bir balon gibi patlamış pısmıştık.
Şu cümlelerden sonra kendimizi zor dışarıya atabildik.
“Benlik gölgedir. Varlık pusudur. Tuzaktır. Çık oradan. Aslını bul. Özüne dön. Büyük görünmek büyümek değildir. Ariflerin erdemi kendilerini sıfırlamalarından ileri gelir.”
24.07.2020