“NE güzel şeyler yazıyorsun” dedi. “Sanki beni anlatıyor.”
“Evet, seni anlatıyor” diye cevapladı “ama” demeyi ihmal etmeden…
Bu onu düşünceye sevk etmişti, ama ne demekti. Gece boyunca yatağında döndü durdu.
Ne kurduğu hayaller, ne de eskiye dair hâtıralar uyumasına yardımcı olmadı.
Kafasından atamıyordu. “Ama” ne anlama geliyordu. Üstelik ama geçen cümlelerden pek haz etmezdi. Yalnız bu defa ona böyle gelmedi. Kızgınlığına değil merakına sebep olmuştu.
Daha fazla direnemedi iç konuşmalarına.
Yürüdü, yürüdü…
Yolda papatyalar topladı ona. Saç bağını çıkartıp onunla bağlayarak bir demet yaptı.
Bunu ona ama kelimesi içermeyen bir cümle kurarak verecek ve hiç tereddüt etmeden “Seviyorum seni yiğidim” diyecekti.
Birkaç prova yaptı. Başarılı buldu kendini. “Tamamdır” diyerek devam etti yoluna.
Aklında sorular yine dönüp duruyordu. “Madem yazdıkları beni anlatıyor o vakit “ama”nın ne işi vardı orada.
Soracaktı. Başka türlü kalbi rahat etmeyecekti.
Papatyalarını sundu ve söylemesi gerekeni bir çırpıda deyiverdi.
Dün söylediği cümleyi yineledi. “Ne güzel şeyler yazıyorsun öyle. Sanki beni anlatıyor.”
“Evet” dedi yiğidi gözlerini mıhlayarak. “Evet, seni anlatıyor, ama anlatan ben değilim.”
Sarsıldı “Nasıl yani?” derken.
Duyduğu şuydu: “Evet, seni anlatıyor ama anlatan ben değil sensin. Çünkü sen benim kalemi tutan elimsin.”
Cevabını almıştı. Işıldadı gözleri. Dayanamadı bir daha sarıldı.
“O kalem hep yazsın o zaman” dedi belli belirsiz.
15.04.2020