Kalp ile Beyni Birleştiren Anlam Yolculuğu

UĞUR CANBOLAT

Hayatımız bir arayış, buluş, biliş…

Bunu en doğru ve hasarsız şekilde nasıl gerçekleştirebileceğimiz hususu bu bakımdan önemli.

Yol gösterdiğini söyleyen yol kesicilerin tuzağına düşmeden bu anlam yolculuğunu sürdürebilmek ise hiç kolay değil.

Yıllardır bu konulara kafa yoran, düşünen, yazan değerli şair ve yazar Adem Özbay sorularımızı siz istiklal Gazetesi okuyucuları için cevaplandırdı.

UĞUR CANBOLAT

___

Anlamı nerede aramalı?

-Yolculukta… Doğduğumuz günden son ana kadar süren yolculuğun kendisinde saklı bütün cevaplar. Ama insan cevabı bulabilmesi için önce soru sormasını öğrenmeli. İçtenlikle sorulan soruların cevapları da içindedir zaten. Kimim, neyim, neden yaşıyorum, nerden gelip nereye gidiyorum, ne yapmam lazım, nasıl olmam lazım, bu soruları kendine sorabilen insan cevapların da kabuğunu kırmış olur.

Bütün cevaplar zihnimizde, bilincimizde, varlığımızın özünde var zaten. Üflenmiş ruhtan kastın bu olduğunu düşünüyorum. Tüm varoluşun ve hayatın bütün gizemleri bize verildi. Mesele onu açığa çıkarabilecek kadar içtenlik sahibi olabilmek.

Başkasının ya da bir amaç için yapıldığında bu yolculuk hiçbir zaman menzile varmaz. Zaten yolda anlaşılır ki bu yol bir yere varmak için değildir. Yolun kendisidir hayatın anlamını bize sunan.

 Hayatın bir anlamı var mı yoksa insan kendisi mi hayata bir anlam yüklemesi yapıyor?

-Milyarlarca etten kemikten yapılmış canlı türlerinin arasında akıl hediyesine sahip tek canlıyız. Anladığımız anlamda tabi. Yoksa tüm canlıların bir aklı var. Bizim aklımız tekâmül gücüne sahip. Devamlı gelişebilen ve ilerleyebilen bir akıl. Bunun tek bir anlamı olmalı. Diğer tüm canlılar beslenme üreme sarmalında yaşarken bir tür devamlı gelişen bir akla sahipse bunun bir nedeni olmalı. Şu evrende algılayabildiğimiz hiçbir olayda nedensellik dışında bir mekanizma yok.

İnsan sadece bu özelliğiyle bir anlam üzere var olduğu ve amacının o anlamı keşfetmek olduğu sonucuna ulaşabilir. Yoktan var olup, yoka doğru bir yok oluşa gittiğimize inanan insanlar için bile hayatın değerlerden oluşan bir anlamı vardır. Büyük resmi görüp varlıktan varlığa uçan bir insan için anlamsız bir hayat yaşamasını düşünemiyorum.

Farkındalık ile yorumlama arasında nasıl bir bağ var?

-Farkına varmak özümsemektir. Bağ kurmaktır. Birleşmektir. İçselleşmektir. Hissediştir. Yorumlamak ise daha çok edindiğimiz bilgiler ve hisler bir sonuca varma çabasıdır. İkisinin de birbirleriyle kol kola olması gerektiğine inanıyorum. Önce farkına varıp bağımızı kurarsak daha doğru yorumlara ulaşmamız da mümkün olabilir.

İnsanı neler daha çok insan yapar?

-İnsan o kadar çok ki, daha çoğunu istemeye yüzümüz olmuyor bazen. Hisleriyle, bilinciyle, zihniyle,  ruhsal ve bedensel varlığıyla muhteşem bir sistem. Milyarca alt sistemleri ile belki daha binde birini çözebildiğimiz muhteşem bir kaos.

Sadece bunu anlayabilmek en çoğu olmak anını da birlikte getirir. İnsan kendini idrak ettiğinde öyle çok olduğunu anlar ki, ondan sonraki hayatı bu çokluğun içinde bir an kendini komple hissetmeye adar. Bu adanmışlık zaten insanın anlamını, huzurunu, idrakini tekleştiren ve onu gerçek insan yapandır da.

Okuma ve hayata anlam katma arasındaki ilişki nasıl düzenlenmeli? Okuma eylemi için insan olma süreci diyebilir miyiz?

-Bütün eylemlerimizin ilk adımı okuma ile başlıyor. Bir bebeğin ilk okuması dünyaya gözlerini açtığında hayretle başlıyor. Nesneler, insanlar, hava, su tüm varlıklarla temasını okuyarak başlıyor yaşama. Bu büyülü okuma bir gün “hayır artık hayatı okuma yok yazılı kitapları okuyacaksın” dediklerinde bozuluyor. Ondan sonra sadece mürekkep peşine düşen insan iki kere ikiyi toplayabiliyor ama kalbi ile beynini birleştiremiyor.

Dünya bilgileri nöronlarımıza dolarken hayatın bilgisini, yaşamın bilgisini, aşkın bilgisini es geçiyoruz. Ve insan olmanın gerçek anlamını yitirirken mühendis, doktor, öğretmen olarak var oluyoruz. Bu var oluşla da ömrümüzü tamamlıyoruz.

Oysaki tüm var oluşlar tek bir var oluşun anlamını pekiştirmek içindir. Yazılı, yazısız, sözlü, sözsüz tüm okumalarımız anlam yolculuğumuzda bir işaret taşı olabiliyorsa değerlidir. Bu açıdan okumak değil nasıl okumak sorusudur sormamız gereken. Neyi okumak değil nasıl okumak da. Kalbimizin sayfalarını okumadan başladığımız her gün eksiktir. Adaletin, vicdanın, şefkatin sayfalarını okumadan attığımız her adım eksiktir. Nasıl okumamız gerektiğini anladığımızda anlam yolculuğu da başlamış olur aslında.

İnsan ve düşünme arasındaki münasebette doğru nasıl yakalanabilir?

-İnsanın tek bir doğrusu olmalı diye düşünüyorum: Kendi doğrusu. Eğer kendi doğrumuzun peşine düşemezsek ömrümüz hep başkalarının doğrularını tasdik etmekle geçer. Gerçek bir var oluşun insanoğlunun tüm karar kılınmış düşüncelerini bir kenara bırakmasıyla başladığına inanıyorum. Bir bilgi sonucunda bize bir eylem yapmamız öğütlüyorsa bizim değildir. Düşünceyle bilgiyle karar alınmış her eylem bizim sadece taklit ettiğimiz biçimlerdir.

İnsanın gerçek düşünceyle teması kendine ait sonuçlara vardığı zaman olur. O zaman da her bireyin kendi anlamına dair doğruya ulaşabileceğini ön görebiliriz.

Anlam kazanma biraz da varoluş sancısı mıdır?

-Anlam kazanma tamamen var oluştur. İkizlerdir birbirleri ile. Anlamdan kast ettiğimiz de aslında insanın kendi hikâyesidir. Bir yazarın yazdığı bir hikâyedeki kahraman gibi insan kendi hikâyesinde kendini var edebilmelidir. İşte o zaman gerçekten var olabilir.

Bu süreç tabi ki sancılıdır. Bir bebeğin 9 aylık süresi gibi insanın tekamül evreleri bazen 9 ay bazen 9  yıldır. Fikir çilesi dediğimiz eylem insanı, bu sürecinde her anında içten içe sarar, sarmalar. Hep bir kamburunuz vardır, hep dilinizin ucunda bir sözünüz vardır. Hissediyorsunuz ama tanımlayamazsınız. Böyle böyle ilerler bu yolculuk. Ta ki bir gün evrenin karşısına geçer insan ve kendini tüm varlık ve var oluş ile eşitler.

Hayata anlam katma meselesinde söylem ve eylem birliği nereye oturur?

-Aslında anlamını bulan insan susar. Artık konuşması gereksizdir. Varlıkla öyle bir yoğun iletişimi vardır ki, gündelik konuşmalara zaman bulamaz. Ama bu konuşması ya da konuşmaması sözle olmaz her zaman. Bedeniyle, ruhuyla, bilinciyle, eylemleriyle.

Ne zaman insan var oluş serüveninde Mevlana’nın pergel metaforunda anlattığı gibi; kalbinden, bilincinden, zihninden birini sağlam bir yere sabitleyebilirse o zaman sözü, eylemi, düşüncesi, duygusu tek bir varlık haline gelir.

Acı çekmek anlam arayışında belirleyici mi?

-Biz doğu toplumları acıyı çok seviyoruz. Doğumumuz, ölümümüz düğünümüz gözyaşsız olmaz. Dolayısıyla kültürel dna’nın aktarlığı bir işleyiş düşünsel doğumlara, ölümlere, düğünlere de sirayet etmiştir. Anlam yoluğumuz için çıktığımız yolda, kültürel, inançsal, geleneksek bir sürü duvarlarla karşılaşırız. Her birini yumruklarımız ile vura vura yıkmamız gerekir. Tabi ki bu süreç de acıtır.

Oysaki eski Roma’da ya da günümüz Batı dünyasında bize göre çok daha az duvarlar vardır bu yolculukta. Onların tekâmül süreçleri acı ile değil bir şölen havasındadır.

Acılı ya da acısız duvarları aştığımız sürece yoldayız. Her duvarın bir kapı olabileceğini anladığımız anda da zaten duvar yoktur imkân vardır!

Peki, mutluluk ile de anlam arayışı arasında doğrudan bir bağlantı kurabilir miyiz?

-Mutluluktan ne anladığımıza göre cevabı çok değişecek bir soru. Benim anlamım mutmainlik, dinginlik. Mutmain ve dingin bir ruhla, kalple, beyinle yaşayabildiğim zaman mutluyum. Ama anlam yolculuğumun hedefi hiçbir zaman bu olmadı. Belki hediyesi oldu. Bu yolculuk öyle zengin ki her kim ne istiyorsa diliyorsa çok daha fazlasını kucağına sunacaktır.

Ne yazık ki, konfora ve başka çeldirici şeylere tutsaklık ve bağımlılıklarımız var. Bunlar anlam arayışımızı nasıl sekteye uğratıyor?

-Konfor alanlarımızda çıkmadığımız sürece hiçbir değişimi başlatamayız. Değişimin şifresi bu zaten: Konforsuzluk, rahatsızlık, çözümsüzlük…

Tabi ki belli bir aşamadan sonra, insan kendi hikâyesini bulmuşsa, o hikâyenin içinde en konforlu şekilde yaşıyor zaten. Öncelikle zihinsel bilişsel düzlemde…

Aşk hayata sizce nasıl bir anlam katıyor?

-Şimdi bu soru ortalığı karıştıracak, hiç detaya girmeyelim. Sadece ölmeye doğduğumuz bu hayat için Yunus Emre’nin bir beyti ile özeti geçelim: “Ölen hayvân imiş âşıklar ölmez!”

Anlamın basamakları olduğunu var sayabilir miyiz?

-Çok güzel bir nokta. Burası aslında en önemli kısım. Doğduğumuz topraklar eylemi önceller. Kültürümüzde, dilimizde, hayatımızda hep eylem vardır. Oysaki insanın anlam yolcuğu bir süreçtir. Süreç meselesine biraz yabancıyız. Dilimizin %90nın eylem kelimeleri olduğunu düşününce ürkütücü bir durum. İnsan ne zaman %90 süreç %10 eylem düzeyine inebilirse kendine dönebilir.

Anlam yolculuğu da bir süreç yolculuğudur. Dün ak dediğinizi bugün kara diyebilirsiniz. Dün iman ettiğinizi bugün inkâr edebilirsiniz. Mesele bunlar değil sürecin kendisidir. Süreç devam ettiği sürece kendi anlam yolculuğumuzun basamakları ortaya çıkacaktır.

Edebiyat da bir anlam arayışı mıdır?

-Öyle olduğunu umuyorum. Çünkü kendi isteğimle yazmıyorum. Ben kalemime değil kelimeler kalemime hükmediyor. O zaman benim olamazlar. Peki kiminler?

İşte benim edebiyatımın anlam yolculuğu da budur? İnanıyorum ki varoluştaki Adem ile yolculukta olan Adem birbiriyle bu kelimeler vasıtası ile haberleşiyorlar. Meselem de asıl Adem’e kelimeler ışığında ulaşabilmek.

Tabi ki her yazarın yolculuğu başkadır. Başka başka anlamlar taşır kelimelerle olan macerası. Yazarak; bu anlamı için hem söz hem kalp birlikteliği yapıyorsa da edebiyat da onun anlam yolculuğu olur.

Peki, siz hangi anlam için yazıyorsunuz?

-Neden yazıyorum? Yazmaktan sorumluyum da ondan yazıyorum.

Bir çiçeğin bahara serenadını yazmaktan sorumluyum.

Bir annenim evladına hasretini…

İnsanın insana reva gördüğü kötülüklerin unutulmaması için yazmaktan sorumluyum.

Bir kediyi okşarken ki bir çocuğun dünyaya verdiği umudu da…

Sessiz harflerle yaşayan ama yüreğinde itfaiye sirenleri gibi büyük sesleri olanları yazmalıyım.

Yeryüzünde nerede olursa olsun, acılar içinde olan, savaşlardan kaçan, açlıkla boğuşan, merhametsiz ellerde hayın hatıralar yaşayanların hikâyelerini de…

Halkların, insanlığın, paylaşmanın, inancın yanında durduğu için öldürülen Pir Sultanları, Nesimileri, İskilipli Atıfları, Deniz Geçmişleri, Mustafa Pehlivanoğullarını, Metin Yükselleri, Turan Dursunları, Uğur Mumcuları… Unutturmamak için yazmak zorundayım.

İnadına aşkın peşinden koşanları…

Sanmayın ki kelimeleri peş peşe dizip, en güzellerinden güzellemeler yapıyorum.

Ben yeryüzünün iliklerini paramparça eden insanlığın hallerini yazıyorum.

Vaz geçmeden, pes etmeden, ümitsizlik etmeden. Başka ne diyebilirim ki…

Anlam yolculuğu adına son sözünüz ne olur?

Son sözüm ilk sözümdür de aynı zamanda. “Var olasınız”. Konuştuğumuz, yazdığımız, okuduğumuz eylemlerimizin her birinde olan dostlar var olsun!

Kutu içinde

ADEM ÖZBAY KİMDİR?

1976 yılında maden şehri Zonguldak`ta bir madenci oğlu olarak doğdu. Yaşadığı Çaycuma ilçesi küçük ve sevimli bir ilçeydi. Toprağın kokusu ve rüzgârın sesi ile büyüdü. Bunlar onun için çok güzel bir çocukluk dönemi geçirmesine sebep oldu. Sonra üniversite için Ankara`ya gitti. ODTÜ ve Hacettepe`de biraz okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünü kazanarak İstanbul`a gitti.

KİTAPLARI

Aşkperest / Gelmesem de Bekle Beni… / Aşk Üfleyen Neyzen / Merhaba Hayat Ben Geldim! / Aşka Gittim Dönmeyeceğim / Sahibinden Kiralık Az Kullanılmış Yalnızlık / Kaybolmuş Hüzünler Müzayedesi / Nasıl Yazar Olunur / Unutulmuş Mektuplar Müzayedesi / Krizleri Fırsata Çeviren / Sensiz Kelimeler Sözlüğü / Saraydaki Mesih / Aşkçakal / Alfabenin Sen Harfi / Eliften Yalnızlık / Başarının Şifreleri / Senden Adam Olur / Kalbimin Sana Selamı Var

Kevakib / Kendini Keşfet / Sevgililer Sevgilisine Gül Kokulu Şiirler / İki Kere İki Aşk / Beynini Kullanan Adam / Yaşamak Avucumuzdaki Kelebektir / Bilgelik ve Hikmet Yolcusuna Satırlar /

En Güzel Aşk Şiirleri / Yalnızlık Sensizliktir / Melek ve Şeytanın Romanı / Aşk Terapisi

ademxyz@gmail.com @ademozbay

10.05.2023

https://www.istiklal.com.tr/haber/kalp-ile-beyni-birlestiren-anlam-yolculugu/759343

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir