Kelimelerle Kıvranan Bir Kalbin Neşter Olan Kalemi

Epeycedir aklımdaydı.

Toplumun dertleriyle sancılanan bir kalemin sahibini sizinle tanış etmek istiyordum.

Vakti şimdiymiş.

Anadolu’dan ses veriyor ama bağırmıyor.

Yaralarımıza neşter atıyor ama bunu edebiyatın imkânlarından yararlanarak hünerle yapıyor.

Yerli yerinde tanımlamalar, isabetli teşhisler, abartısız, sade ve duru bir üslûp ile meramını anlatmayı başararak okuyucularının yaralarına dokunuyor.

Temas ettiği konular netameli, ele aldığı mevzular can yakıcı! Dolayısıyla ustalık gerektiriyor.

Yazar Sevgi Ataş içinde biriktirdiği muhabbet ve şefkati mâhirane bir karışım ile merhem hâline getirip sunuyor.

Bu sesi duymalı, bu kalemi okumalı!

İşte bu söyleşi tam da bunun için, buyurun.

UĞUR CANBOLAT

___

Çocuklarını büyüttükten sonra yazmaya başlayan tek yazar siz misiniz?

-Tek yazar olduğumu sanmıyorum.  Birçok kadın yazar vardır. Özellikle isim vereceğim kimseyi tanımıyorum. Ayrıca, yazmak için söz konusu çocuk değil.  Zaman meselesi… İçinde yazmak arzusu olan birinin şartları uygun olduğunda onu kimse tutamaz. Tanzimat dönemi yazarlarından Fatma Aliye Hanımın da çocuklarını yetiştirirken yazmaya başlamış. Onun da aynı benim gibi dört çocuğu varmış.

Neden çocukların büyümesini beklediniz?

-Özellikle çocuklarımı büyüteyim de sonra yazarım demedim. Sanırım şartlar olgunlaşmamıştı. O günün şartları buna imkân vermedi. Tayinler, taşınmalar yeni bir yere adapte olmak, çocukların eğitimi. Dört çocuk yani bu dile kolay. Öyle kendiliğinden büyümüyor çocuklar. Emek veriyorsun. Zaman harcıyorsun. Eğitimleri boyunca onların etrafında dönüyor her şey. Oysa ben evlenmeden önce yıllarca günlük yazardım. Bu bende alışkanlık haline gelmişti. Gençlikte yazdığım şiirler, etkisinde kaldığım olayları yazmaktan zevk alıyordum. Çizgisiz harita metot defterim ve kalemimle âdeta arkadaştım. Siz de hatırlasınız eskiden banyo sobaları vardı. Bir anlık kararla hepsini kibriti çaktım ve yaktım. O günden sonra yazmayı bıraktım. Sadece okudum. Bahsettiğim şey sıradan monoton bir okumak değil bu! Neden?  Niçin? Bunun sebebi ne? Buna benzer sorulara cevap aradığım için okudum. Okudukça aydınlanıyor ve kendimizi daha iyi tanıyoruz… Okumak bize her yönden katkı sağlıyor. Ufkumuzu açmaya, farklı bakış açılarıyla bakmamıza, empati kurmamıza yardımcı oluyor.  Evlilik konusunda eşler arası ilişkiyle ilgili birçok kitap okudum.  Hiçbir evlilik sorunsuz değil ben sorunlara çözümü kitaplarda aramak için okudum.  Çocukların beslenmesi, eğitimi konusunda hep okudum. Dört çocuk annesiyim. Onlar okula başladığında bu defa da onlarla okudum. Bendeki o eksikleri, boşlukları hep doldurmaya çalıştım. Bir bardağa ya da kovaya doldurduğunuz her ne ise dolmadan taşmaz.  Yazmak da öyle…

Yani ben çocukların büyümesini beklemedim. Yazmanın vakti gelmemiş diyelim.

Ülkemizin farklı yerlerinde yaşamış olmanız metinlerinizi nasıl etkiliyor?

– Evet, eşimin mesleğinden dolayı ülkemizin farklı memleketlerinde uzun yıllar yaşadık. Bu memleketlerde yaşamanın kendimi geliştirmem adına her yönden katkısı oldu. En önemlisi de insan tanıdım. Yalnız kalmayı çok severim ama aynı zamanda sosyal biriyim. Kadınıyla erkeğiyle insanları dinlemeyi severim. Onlarla aynı sofraya oturur dertleşirim. Neler hissettiklerini, çektikleri sıkıntıları dinlerim. Benim yapabileceğim bir şey olduğunda yardım ederim. Yaşadığım coğrafyanın zorluklarını ya da rahatlığını burada yaşayan insanları gözlemlerim. İyi ki tanımışım, iyi ki dinlemişim ve iyi ki oralarda yaşamışım. Şimdi romanlarımda kurgu, karakter, konu sıkıntısı çekmiyorum. Çünkü şahit olduğum o kadar yaşanmış şeyler var ki… Ve yazar olmak için gerçekten insanlarla iç içe olmak gerektiğine inanıyorum.

Önce sosyal mecralarda kısa metinler yazarak başlamışsınız. Bu nasıl oldu?

-Bunu şöyle ifade edeyim: Facebook sayfamda kısa kısa yazmaya başladım. Aforizma gibi…

Takipçilerimden, Eylül Yasemin adında biri bana” Müsaitseniz arayabilir miyim,” diye mesaj yazdı. Sosyal medyanın çok da güvenilir bir ortam olmadığı endişesi düşüncesini taşısam da bayan olması hasebiyle kabul ettim. İşte tam burası aydınlanma noktası mı, kırılma anı mı, ya da yolun başı mı, bilmiyorum. Nasılsın, iyi misin faslından sonra “Abla yazıların sıra dışı, sana birkaç mail adresi yollayacağım. Yazdıklarını bu sitelerde yayınlarlar. Hepsi güvenilir, korkma. Sitelere bir göz at, aklına yatan birine yolla” dedi. Yolladığı sitelere baktım. Siyaset içermeyen, taraf olmayan vs. Dergizan adında bir siteye yazdığım metinlerin birini yolladım. Aynı gün metin yayımlanmıştı.  Siteden bana mesajla: Yazılarınızı bekliyoruz, diye cevap gelmişti.  Bu şekilde sanırım iki yıl yazdıklarım yayımlandı.

İlk yazılar deneme türü müydü?

Evet. İlk yazılarım deneme ve kısa öyküler oldu.

Yazmak biraz da sancılanmaktır diyebilir miyiz? Sizin yazarlık öykünüzü düşündüğümüzde?

-Derdiniz yoksa sancınız da yok demektir. Derdi, bir meselesi olan insanın içsel konuşmalarıyla varoluşun derinliğini çözmeye çalışması, bulunduğu zamandan gelecek zamana duygu ve düşüncelerini, yaşanmışlıklarını aktarım düşüncesi değil mi? Bizi yazmaya iten de bu fikir işçiliği değil midir? Şu koca kâinatta bir toz zerresi kadar yer kaplıyoruz. Bu toz zerresi kadar var olduğumuz gerçeğini fark ettiğimiz zaman o sancılı ve anlamlı yolculuğumuz başlıyor. Kelimelerle kıvranıyoruz âdeta. İçimizdeki hicrana bir neşter vurmak gerekliliği kaçınılmaz oluyor… Ve işte sonra kaleme sarılıp içimizdeki ağuyu boşaltıyoruz. Ya içimizdeki bu birikmişleri kâğıda dökemeseydik. Marazlı biri gibi gezer, dururduk.   

Sizi toplumda en çok rahatsız eden şeyler neler?

-Modern çağ günlük ilişkileri daha ağır bastığı insanın kendisiyle baş başa kalmasına daha az imkân bulduğu bir çağdayız. Türk toplumu haklı olarak çağın yaşama biçiminden kopmak istemiyor. Biz de dünyadaki eğilimlere modernleşmeye uyum sağlamak adına toplumun gerçeklerini yansıtmaya, toplumsal sorunlara çözümler getirmeye ve gözlemlerimizi yazılara yansıtmaya çalışıyoruz.

Bireyin olduğu yerde onun değer verdiği yani bizi biz yapan aile kavramının yok olmasından son derece rahatsızım. Âdeta, parçalamak, ortadan kaldırmak için hepimizin el birliği yapıyor olması beni derinden yaralıyor. Bir yerde uyanıp bu ataleti üzerimizden atmamız gerekiyor. Geçmişten gelen o kutsal aile kavramını geleceğe taşımak için bir şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyorum.

Yazmak biraz da gönül teline vurmak mıdır?

-Elbette… Kalemi elimize aldığımızda yürek diliyle buluşuyorsa gönül çağlayanlar gibi coşar da coşar. O zaman ortaya güzel bir şiir, öykü ya da roman çıkar.

İlk kitabınız Arpa Boyu’nda neleri irdelediniz?

-” Şamar atılmış suratıma sanki! Tepemden bir balyoz yemiş gibi, bardağı kıran suçlu çocuk, öğretmeninden disiplin cezası almış öğrenci, ev sahibine küstahlık yapan misafir; boşuna yola çıkmaya kalkma! Arpa Boyu bile boyunu aştı. İçsel yolculuğa çıkmaya kalkma! Kırk fırın ekmek yemen, hatta bir kırk fırın daha yemen gerek, adam olmaya. Tövbe estağfirullah deyip sözde deliden dersimi aldım. Ben bir arpa boyu bile yol alamadım vesselam!”  Tırnak içine alınmış kitabın içinden bir paragraf bu… Daha çok insanın içe dönük yolculukları, dikey yükselişlerini irdeleyip kâğıda dökmeye çalıştım… Tırlıl, Urgan, Si, Asi, başlıklı bu metinler tasavvufa yönelik.

Ve değerlerimizi, geçmişe özlemi anlatan kısa öyküler. Arpa boyu hacmi küçük ama içeriği, satır araları dolu dolu bir kitap.

Bir yazar acıyı veya coşkuyu okuyucusuna nasıl bir yöntemle geçirebilir?

-En önemlisi yaşamış olması. Gurbete gitmemiş biri nereden bilsin memleket kokusunu… Aşkın, onulmaz bir yara olduğunu âşık olmayan ne bilsin. Ne bilsin maşuka kavuşmak için dağ nasıl aşılır.  Demem o ki yazar yaşamalı, görmeli, gezmeli, hissetmeli, empati kurabilmeli ki okuyucusuna bu duyguyu verebilsin. Yoksa kelimeler soğuk ve ruhsuz olur.

Kadın sorunlarına eğilmeyi yazarlığınızın eksenine aldığınızı söyleyebilir miyiz?

-Bunu şu şekilde ifade edeyim. Kadın da erkek de farklı sorunlar yaşıyor. Ekseriyetle kadınlar daha çok mağdur. Modernizm kadın- erkek eşitliği hakkında söylemlerde bulunuyor, kadına değer veriyor gibi görünüyor olsa da aslında kadının iş yükünü daha çok artırdığı realitesini göz ardı etmemek gerek.  Yani şunu ifade etmek istiyorum. Bu sistemle kadının sorunları daha çok olacak ve ben bu yaşanan sıkıntıları roman kişilerinde yaşatıp zarif ve duygulu bir dil kullanarak kaleme almaya devam ediyorum ve edeceğim.

Kadının yaşadığı problemlerde batı ve doğu farkı söz konusu mu?

-Bana göre sadece sorunlar farklı… Doğu da çocuk doğuran, tarlada bahçede çalışan kadın…

Batı da doğurduğu çocuğu kreşe bırakıp amirim ya da patronum kızmasın diye vaktinde işine koşuşturan kadın… Tema değişik olabilir ama roller aynı…

Size göre ülkemizde kadına şiddette bir azalma var mı?

-Tam tersine şiddet ve cinayetlerin arttığı bir zaman dilimindeyiz. Bu sistemle de azalacağını düşünmüyorum. Kadını korumak adına yapılan bazı değişiklikleri ya da yanlışlıklardan geri dönülmez ve başka alternatifler getirilmezse şiddetin daha da artacağı düşüncesindeyim.

Dördüncü eseriniz olan Berna’da ağırlıklı konu olarak buna yönelmeniz nasıl oldu?

-Çalışan bir kadını anlattım. Hem de hırslı, mücadeleci bir kadın… Bakın kadın diyorum. Bu temada da ezilen kadındı çünkü…

Çocuksuz aileler kariyer yapan kadınlar için bir avantaj mı?

-Bu soru bana daha öncede sorulmuştu. Çocuksuz olmak gerçekten özgürlüktür. Gece uykunu bölen yok, üstünde giydiğin kıyafette kusmuk lekesi yok. Mama bulaşıkları, ateş düşürücü ilaç şişeleri vs. vs. Çocuğun sorumluluğu gerçekten çok büyük. Ama çocuk edinmek anne-baba olmanın bir mevsimi var. Kariyer yapma için mevsimlere ya da zaman şartı yok.

İkinci kitabınız olan Emiko’ yu da aynı kategoride değerlendirebilir miyiz?

-Berna’nın tam tersi bir kadını anlatıyor Emiko. Annesi baba tarafından zorla evlendirilmiş, söz hakkı olmadan ona çizilmiş bir hayatın hikâyesi…

Töre halen evlilikleri olumsuz yönde etkiliyor mu?

-Uzun zamandan beri doğu da yaşamıyorum. Şu anda oradaki olaylar hakkında hiçbir fikrim yok. Ama kemikleşmiş törelerin bir anda değişeceğini sanmıyorum. Düşünce yapısı, ayıp, günah gibi soyut kavramların gerçek manasını idrak etmeden töre şekil değiştirerek devam edecektir…

Reset romanı da yine bir kadın bir anne üzerinden kaleme alınmış. Kadınlar üzerinden yazmak özel bir tercih mi?

-Yukarıda da ifade ettiğim gibi kadınlar daha çok mağduriyet yaşıyor. Ve bir kadının duygularını gerçek anlamda ancak bir kadın aktarabilir. ”Reset”  Demans hastası bir anneyi anlatıyor. Bu romanı yazarken bazı bölümlerde çok ağladığım oldu. Bir anne, aklını yitirmiş olsa da çocuğunun ismini unutmuyor…

Neden anneler zorlukları tercih edip göğüslerken çocuklar konfor üzerinden bir hayatı kurguluyor?

-Belki de kadınlar yaratılırken Rabbimiz annelere bu şefkat ve merhameti fıtratlarına yerleştirmiştir. Yani bütün anneler şefkat kahramanıdır. İstisnalar da olabilir tabi ki. Çocuklar da konforu istikballeri adına istiyorlar. Daha rahat bir hayat, daha iyi bir nesil mi. Hayır! Sanmıyorum! Bu” Z” kuşağı dediğimiz daha doğrusu zevk kuşağı ismi gibi sadece zevk peşinde sanırım. Bunlar zürriyet için soyun devamı için falan istemiyor bu konforu. Sadece kendileri için…

Bir konuyu deneme, hikâye veya roman olarak ele alırken tercihiniz nasıl oluşuyor?

-Bütünlüğe ve olay örgüsündeki bağlama bakıyorum.

Eşiniz ve çocuklarınız yazı hayatınızı nasıl destekliyorlar ya da destekliyorlar mı?

-Bu konuda çok şanslıyım, diyebilirim. Çocuklarım ve eşim destek olmasalardı bu kadar rahat yazamazdım. Roman çalışmalarıma başladığımda büyük oğlumun çayımı masaya getirdiği çok oldu. Büşra kızım, Berna’nın ilk editörlüğünü yaptı diyebilirim.

Yayınlamadan önce aile bireylerinden birine okuma alışkanlığınız var mı yoksa onlara sürpriz mi oluyor?

-Güleceksiniz ama olsun, eşime o kadar okuyorum ve anlatıyorum ki romanın konusuna benim kadar hâkim oluyor.

Son olarak yeni çalışmalarınızda yine kadın sorunlarının yoğun ele alınacağı metinler mi göreceğiz?

-Tebessüm ederek cevaplıyorum sorunuzu… Bu defa tam tersi bir erkeğin tutkulu aşkını ele alıyorum. Yıllar sonra aşkı bulan birinin hayatı… Bunun kurgusunu kurarken işte aşk böyle olur, diyesi geliyor insanın. Ve aşkın yaşı yok. Bunu da gördük, yazıyoruz. Karamsarlık yok. Gözyaşı yok.  Aşk olsun.

SEVGİ ATAŞ KİMDİR?

1969 Gaziantep doğumlu olan Sevgi Ataş ilk, orta ve lise öğrenimini aynı şehirde tamamladı. Yazılarına ilkin sosyal medya ile başladı. Yazılarını sosyal medya hesapları üzerinden yayınlamakla kalmadı, dört seçkin esere imza attı. Yazar, evli ve dört çocuk annesi.

Yayınlanmış eserleri:

Arpa Boyu, Emiko, Reset, Berna, Kavruk Tenler

19.07.2023

https://www.istiklal.com.tr/haber/kelimelerle-kivranan-bir-kalbin-nester-olan-kalemi/776090

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir