UĞUR CANBOLAT
BİR ÂYET BİR HADİS
O’dur ki kullarından tövbeyi kabul eder, kötülüklerinden geçer ve yaptıklarınızı bilir.
Şura Sûresi Âyet 25
Sofralarında yetim bulunduran kimselerin sofrasına şeytan asla yaklaşamaz. Peygamberimiz (SAV)
Gör Geç
YAŞADIĞIMIZ her neyse uzatmamak gerek! ‘Gör geç’ ilkesini benimseyerek sürekli bir ‘Oluş’ halinde olduğumuzun idraki içinde kalabilirsek sanırım dünya seyrimiz daha kazançlı olur.
Göçmen kuşları gibi düşünebilir miyiz kendimizi?
Adı üstünde göçüyorlar… Mevsime göre hareketleri devam ediyor.
Bizler de kendimizi ‘Göçmen’ gibi görebilirsek sanki durumumuz değişecek.
İş tutuşumuz yine aynı şekilde farklılaşacak… Söz söyleme şeklimiz de…
…
MADEM ‘Göçeriz’ bu dünyada…
Madem sürekli hareket halindeyiz. Bulutlar gibi kimi zaman alçalıp, kimi zaman da yükselmekteyiz.
Ve madem yaşadığımız anlara tekrar geri dönmemiz mümkün değil!
O zaman bu ilke kurtarıcı olabilir.
Öncelikle gönül bağlamayız… Gönül bağlamadığımız için de sanki sürekli kalıcıymış gibi yalancı bir duyguya kendimizi kaptırmayız.
…
BU temel bilinci yakalayabildiğimiz anda her şeyin rengi değişecektir.
“Bunu elde etmelisin, bunu mutlaka kazanmalısın, şuna sahip olmalısın, en iyi sen olmalısın, en şöhretli olmak için her fırsatı değerlendirmelisin” şeklinde devam edebileceğimiz ‘talepler’ birden anlamsızlaşacaktır.
‘Madem göçerim, bu zahmeti neden çekerim?’ deriz kendimize…
Ve ‘Gör geç’ prensibi ile bakar, görür ve geçerim.
Önümde madem yürümem gereken bir yol var ve uzun. Şu an gördüklerime takılı kalmam bana sadece kaybettirir. Acı çektirir. Huzursuz kılar. O zaman ben yoluma, yolculuğuma bakmalıyım.
…
HASTALIĞA mı yakalandık? Geceler boyu inlemeler mi kapladı odamızı? Kalıcı değil. Gör geç
İş yerinde istemediğimiz durumlar mı var? Büyütme. Gör geç.
Eşinle ciddi krizlere mi sürükleniyorsun? Hayat sonsuz değil! Uzatma. Gör geç.
Çocuklarınla mı dertlerin arttı? Büyüyecekler ve o zaman da dertler değişecek. Abartma. Gör geç.
Kendi iç dünyanda depremler mi yaşıyorsun? Sarsıntılar sürekli hale mi geldi? Baş etme konusunda kendini güçsüz mü hissediyorsun? Hiçbir şey ebedi değil dünyada. Gör geç.
…
DEĞERLERİMİZ, kutsallarımız konusunda sabit olacağız elbette… Onlar hayatımızın gayesidir. Hedeflerimizdir. Onlar vazgeçilmezlerimizdir. Bizi biz yapanlar onlardır.
O noktalarda kıl kadar bile sapma yapmamalıyız. Kendimizi tahkim etmeliyiz. Güçlendirmeliyiz.
…
YOLCULUĞUMUZUN dünya durağında bizi şaşırtan, hayran bırakan ve gönlümüzü kendisine çekip bağlayacak pek çok durumun olduğunun farkında olmalıyız. Bunlar nelerdir derseniz ilk elden aklımıza gelenleri şöyle sıralayabiliriz:
Nefsin makamlarına göre değişen benlik damarları.
Birinci kapı diyebileceğimiz dış kapıda fakirlik vardır. Bu hâle karşı sükûnet hâline geçmelidir. Huzur bulmak gereklidir.
İkinci kapıda kibir ve gazap aslanları vardır. Burada yapacağımız temel eylem; gazabı adalete, kibri ise tevazuya dönüştürebilmektir.
Üçüncü kapıda riya, haset ve ‘Tulu Emel’ adı verilen dünya sevgisi vardır.
Dördüncü kapıda kibir, karamsarlık, dedikodu, şehvet ve gösteriş olarak anlayabiliriz.
Beşinci kapıda ise mânevi alanda görülen zevklere takılmadan geçmek, orada da ‘Gör geç’ yönteminin uygulanması gerekiyor.
Başka nelerin olabileceğini bu kapı metaforu üzerinden sizler düşünmeye ne dersiniz?
___
KUR’AN’DAN KAVRAMLAR
MAĞFİRETLE İLGİLİ KUR’AN’DA GEÇEN ALLAH’IN SIFATLARI
Ğafiri’z-Zenb: “Hata ve kusurları örten, tövbe eden günahkârı dünyada da âhirette de cezalandırmayan, onun iç yüzünü insanlara bildirmeyen” edilmiş olmaktadır.
Ehlü’l-Mağfira: Bu terkibin anlamı “bağışlamaya ehil olan”dır. İyi niyetle kendisine kulluk yapmak isterken hataya düşenlere mağfiret edendir.
Hayru’l-Ğâfirîn: Hayr kelimesi en iyi, en hayırlı; ğâfirîn kelimesi ise, bağışlayanlar anlamındadır. Dolayısıyla “Hayrü’l-gâfirîn” ibaresi “mağfiret edenlerin (bağışlayanların) en hayırlısı (en iyisi)” anlamına gelmektedir.
Vâsiu’l-Mağfirah: Vâsi’ kelimesi “vesea” fiilinden türemiş olan bir sıfattır. Geniş anlamındadır. Bir terkip halinde olan bu isim “mağfireti (bağışlaması) bol olan” anlamındadır.
___
RAMAZAN PEDAGOJİSİ DOÇ.DR.AYHAN ÖZ
BİR ÂYET BİR HADİS
HZ. PEYGAMBER Veda hutbesinde, kendisine sıkıca sarıldığımızda asla sapıtmayacağımız iki şey bıraktığını söylemiş ve Kur’an ile hadislere işaret etmiştir. İslam dini, bu iki kaynak üzerine bina edilmiştir. Baktığımızda Ramazan ayının, içinde Kur’an’ın indirilmeye başlandığı gece olan Kadir Gece’si bulunduğu için, “Kur’an ayı” olarak isimlendirildiğini görmekteyiz. Öyleyse Ramazan’ın manevi iklimi içinde Kur’an ve onun birincil açıklaması olan hadislere özel bir yer açmak gereği var. Ramazan bu yönüyle çocuklarımızı da Kur’an ve sünnetle tanışık kılabileceğimiz kutlu bir zaman dilimi. MUKABELE geleneğinin bu tanışıklıkta önemli bir yeri olduğunu söylemek mümkün. Ancak öze ve manaya dönük bir çabaya da ihtiyaç olduğu aşikar. Bu meyanda günlük belirlenecek bir ayet ve bir hadis mealini ailecek bir araya gelip konuşmak, bunları iftar sofrasının vazgeçilmez bir parçası haline getirmek düşünülebilir. Bu ortak tecrübe tüm aile bireylerinin Kur’an ile tanışıklığına önemli katkılar sağlayacaktır. Sadece Kur’an ile tanışıklığa değil aynı zamanda aile içi ilişkilere de olumlu yansımaları olacak, Hak ve hakikat üzere birlikte çıkılacak bir yolculuğa da kapı aralayacaktır.
___
ESMAİ HÜSNA HATİCE FAHRUNNİSA
EL LATÎF
İNCE, hassasiyet sahibi, şeffaf olmak, nazik, zarafetle hareket etmek ve merhametli olmak manalarına gelen “lutf” kökünden türemiş bir sıfattır. Bu anlamıyla Latîf kavramı yumuşaklıkla muamele edendir. İyilik ve merhamet eden, işin ince ve gizli noktalarını bilen “letâfet” kökünden türemiş kabul edilerek ince ve şeffaf, küçük ve hacimsiz olan anlamında da kullanılır.
El Latîf ismi nezaketle lütfeden, lütfunda incelik olan, bunu zarafetle yapan mutlak ve sonsuz lütuf sahibidir. Kulların duyularıyla algılayamayacağı yönden lütufta bulunan ve onların hesap edemediği yönlerden faydalar ihsan eden anlamına da gelir. Ayrıca bu ismin ince ve gizlilik ile bilgi sahibi olan anlamı da vardır. Bu açıdan bakıldığında El Latîf ismi hem Allah’ın ilimle ilgili hem de rahmetle ilgili olan esmaları arasına girer. Fakat rahmet yönü daha kuvvetli kabul edilmiştir. Kur’an’da geçen Esma-i Hüsna’dandır.
LÜTUF kavramı Kur’an-ı Kerim’de biri fiil olmak üzere 8 yerde geçmektedir. Yedi yerde geçen isimlerin tamamı Allah’a izafe edilmiştir. Bunların beşi “el Habîr” ismiyle, diğerleri ise yalnız Latîf olarak zikredilmiştir. (Mülk 14, Yusuf 100, En’am 103, Lokman 16, Şûra 9, Hac 63, Ahzâb 34)
Âyetlerde görüyoruz ki Allah’ın kullarına karşı olan lütuf kereminden bahsedildikten sonra Latîf olduğu zikredilir. Allah’ın kulları için hayır ve kolaylık istediğini, bunun için insan aklının almayacağı incelikte sebepler halk edip ihsanda bulunduğu anlamına gelir.
En’am 103. âyet-i kerimede “Gözler O’nu görmez, O gözleri görür; O latif (gözle görülmez veya lutuf sahibi), her şeyi haber alandır” buyurulur.
Evet, gözler O’nu göremez, akıl asla tahayyül ve tasavvur edemez. Bütün zanlarımızdan berî olan Allah lütfu sebebi ile görünmez. Çünkü kulunun buna gücü yetmez. Nitekim Musa (as) Allah’ı görmeyi istediğinde ufacık bir tecellisinden düşüp bayılmıştı. İnsana kendi sınırlarını ve acizliğini hatırlatması dolayısıyla O’nu göremeyeceğimizi haber vermesi dahi lütfundandır.
Allah, ilmi ile kurallar koyup bize lütufta bulunur:
Allah, Mülk 14. âyetinde “Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden
haberdârdır” buyuruyor.
O yarattığı kulunun her halinden, kalbindeki duygusundan ve zihninden geçen en ince düşüncesinden haberdar olduğunu bildirerek umut kesmememiz gerektiğini de vurguluyor.
Kulunun her halinden haberdar olan Rabbimiz bu bilgiyi kulunun lehine yani ona lütfetmek amacıyla kullanır. Ve bu incelik yine merhametiyle hassas ve zarafet yoluyla olur.
Lütuf bizim anlayamayacağımız yollardan geldiği için bazen kahır gibi gördüğümüz olayların aslında bizler için birer lütuf olduğunun farkına varamayız. Bu iki terimin birbirine zıt olarak tecelli ettiğini düşünmek yanlış olur. Zira Allah’ın kahrı da lütfundandır fakat biz bilemeyiz. Allah merhametlilerin en merhametlisidir, kuluna tövbe için mühlet verişi lütfundandır, insanlara hak ettiklerinin fazlasını veren, itaat ettiklerinde kullarını öven, isyan ettiklerinde rızklarını kesmeyendir, kullarına hem dünya hayatında hem de âhirette lütufta bulunandır.
Mevla’m idrakini nasip eylesin. Âmin.
__
GÜNÜN NİYAZI
Allah’ım günümüzü hayırlı eyle.
Bizi doğru yolun doğru yolcularından eyle. İstikametini kaybetmeyenlerden eyle bizi.
Allah’ım.
Nefsine ve şeytana karşı dik duruşlu olanlardan eyle. Vakur olanlardan eyle.
Metin olanlardan eyle. Kavi olanlardan eyle.
Allah’ım sağlığımızı daim eyle.
Huzuru Kur’an’ın ilkeleriyle bulanlardan eyle.
Hazreti Peygamberin mübarek örnekliğinden şaşmayanlardan eyle.
Dostlarımızı aziz eyle. Bizi ve dostlarımızı zelil olanlardan eyleme.
İzzetin kaynağını bilenlerden eyle.
Kibir gösterenlerden eyleme.
Bizi tevazu ehlinden eyle. Egosunu besleyenlerden eyleme.
Kulluk çizgisinde yaşayanlardan eyle.
Allah’ım.
Annemizi babamızı affeyle.
Bize mağfiret eyle.
Kusurlarımızı setreyle. Hatalarımızı bağışla.
Âmin!
__
AHLÂK-I HASENE UĞUR CANBOLAT
ANLAMA EYLEMİ
ANLAMA eylemi hayata anlam katan en önemli ve belirleyici faaliyetlerimizin başında gelir.
Aynı zamanda güzel ahlakın en mühim umdelerinden birisidir.
Değer üretme konusunda bir sancımız varsa eğer önce anlama eylemiyle buna başlamalıyız.
Anlama gayretini yüklenmediğimiz hiçbir hususta ahlâk-ı haseneye uygun bir üretim gerçekleştiremeyiz.
Bu hayatımızın birincil görevlerinden olmalıdır. Anlamadan anlam üretemeyiz.
Hayata katkıda bulunamayız. Kendimize ve başkalarına yararlı işler geliştiremeyiz.
İnsanlığın hayrına bilgi imal edemeyiz.
Kâinatı düzenleyen ve insanlığın hizmetine sunan yorgunlukları göğüsleyemeyiz.
Yani ilk çalışacağımız ders anlamak olmalıdır. Yüce Rabbimiz bize anlamamız için kelamını göndermedi mi? Bunu kolaylaştırmak için nebiler irsal etmedi mi? Âlimler bunun için diz çürütmediler mi?
Ârifler sırf bu sebeple sürekli yüreklerini yoklamadılar mı? Âşıklar bu nedenle gözyaşlarına gark olmadılar mı? Anneler çocuklarının ıstıraplarını anlamak ve gidermek için gecenin karanlıklarını sabahın aydınlığına bağlayıp güneşi mahmur gözlerle karşılamadılar mı?
Mühendisler kolay yollarla sevdiklerimize ulaşalım diye bizlerin rahatlığını önemseyip dağı taşı delip tüneller kurmadılar mı?
Teker bunun için bulunmadı mı? Ateş bunun için keşfedilmedi mi? Lisanları Rabbimiz birbirimizi anlayalım diye yaratmadı mı? Gözler sevince ve hüzne ortak olsun diye var edilmedi mi?
Akıllar bunun ışıldayıp, kalpler bunun için heyecanlanmadı mı?
Güzel ahlakın temsilcisi olmak isteyen şahıslar işte bu sebeplerle evvela anlama eylemini ciddiye almalıdır.
Birbirini anlayan iki kişiden başka dünyayı güzel kılan başka kaç husustan söz edebiliriz ki!
Ey hakikat yolunun hakikatli yolcusu!
Anlamak yorucu değil mi dersen eğer evet, yorucudur. Aynı zamanda yoğurucudur da…
İnsanı insana bağlar. Kalbi kalple buluşturur. Aklı başka akıllarla zenginleştirir.
Paylaşımı netice verir. Anlama eylemi aynı zamanda anlaşılmayı getirir beraberinde…
Birbirini tetikler, bereketli kılar. Birbirini anlamayanları dünyayı talan ettiğini hatırladığımızda bunun neden ahlâk-ı hasenenin bir unsuru olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz.
Anlamak sakinlik ister evvela, sabrı kuşanmayı gerektirir. Sadece benim bildiğim ve inandıklarım doğrudur yanılsamasını izale eder. Muhatabına değer vermeyi, dikkate almayı zorunlu kılar.
Allah’ın yarattığı canlı ve cansız ne varsa hepsine saygı duymaya çağırır.
Anlamları üzerinde düşünmeyi mecburi istikamet olarak gösterir.
Kendilik bilincine ulaşmanın ve hadiseleri doğru tevil etmenin yegâne yolu anlamaktan geçer.
Güzel ahlaktan dem vurup anlama eyleminden kaçmak erdemler konusunda çuvallamakla sonuçlar.
Ki, yaşadığımız budur!
KATKI VERENLER: Serkant Dervişoğlu, Seval Yılmaz
14.04.2023