BİZ aynı sofrada yemek yemişiz. Bir ekmeği bölüşmüşüz. Var mı bunun ötesi arkadaşım, var mı?
Söze böyle girmişti. Araya yıllardır görüşememiş olmanın hasretini cümlelerine sığdırmıştı.
Demek ki, sıkışık cümleleri seviyor artık. Değişmiş bizim ki, besbelli.
Oysa ben daha geniş anlatmayı severim.
Dinlemeyi de elbette. Onu atlamayalım.
Yaşanmışlık diyorlar ya şimdilerde. Ben buna üleşmişlik, paylaşmışlık diyorum.
Aynı bardaktan su içmişiz.
Aynı kâsedeki çorbaya kaşık sallamışız.
Aynı tuzu yemeğimize ekmişiz.
Pul biberini bile birazda bu tarafa dök kurban, bu tarafa demişliğimiz az değil.
Dedim ya erenler, bana söz vermeyecektiniz.
Ben ayrıntıları severim. Hayatın en kekremsi yanlarını da en tatlı taraflarını da birlikte yaşamışız.
Bu dünyada kaç kişiyle aynı göğün yıldızlarını saymışlığınız vardır ki?!
Olmadı bir daha, bir daha.
Bir gün birbirimize azıcık geç kalsak anasına meleyen kuzuya dönerdi yüreğimiz.
Az şey mi Allah aşkına? Söyleyin.
Sıkıldınız mı benden yoksa?
Uzun anlatmayı severim dedim ama hemen kesebilirim…
Dinlemeyi bilmeyenlerin konuşmaya hakları olmadığını düşündüğümden bu da.
Sizden bir cevap işitmedim ama sıkıcı olduğumu sanmıyorum.
Neyse yine de toparlayayım.
Biz evden getirdiğim annemin yıpranmış bakır tavasında dört yumurtayı kendi hakkına riayet ederek yemiş iki insanız.
Bir âdetimiz vardı, hiç ihmal etmediğimiz. Onu söylemezsem tava küser bana, yumurta da.
Ve bunu inanın hiç istemem bu yaştan sonra.
İkimizde yıllarca tavadaki yumurtayı yemeye önce sarısına ekmeği banarak başladık.
Bunu hiç bozmadık.
Bunu hiç aksatmayan ve değiştirmeyen, bu alışkanlığını halen sürdüren bizler hiç birbirimize olan muhabbeti bozar mıyız?
Dedim ya az evvel erenler. Biz aynı tavada önce yumurtanın sarısını patlatarak sabah kahvaltısına başlayan iki canız.
Ve işte her sabah biz bunun için birbirimizi hatırlarız.
Anarız.
Ah yumurtanın sarısı, ah!
21.03.2018