GÜÇ bir gündü. Akşamı zor etmiştim. Akşamın trafiği de hesaba katılıp üzerine konulduğunda terazinin diğer kefesi neredeyse havaya kalkacaktı.
Kederli zamanlarımın anlayıcısı çay ocağına gitmiş sırtımı taş duvara vermiş elimi bardakla ısıtırken gelip geçene bakıyordum. Amaçsızca.
Yanıma oturmuş. Selam verdiğini duymamışım ne kadar dalmışsam artık hülyalara. Bir süre sonra yanı başımda ışıldayan yüzü fark edip kendimi toparladım ve merhaba dedim.
Tebessümü tüm yüzüne yayıldı. Gözleri hem ateşin hem şefkatliydi. “Selam verdim ama duymadın evlat” dedi.
Evlat sözü aramızda kalsın ama her zaman beni kendimden almıştır. Tüm bedenimi bir sıcaklık kapladı. Canlandım. “Özür dilerim” dedim.
“Yaşıyorsun ama yaşamıyor gibisin” dedi. “Nasıl yani” der gibi baktım. “İstanbul’da yaşayıp İstanbul’u yaşamayanlara benziyorsun” demez mi? Daha da mahcup oldum.
“Kendinde yaşıyorsun. Yürüyor, geziyor, yiyor, içiyorsun ama kendini yaşamıyorsun.”
Zihnimde bomba etkisi oluşturdu bu cümle. Sancılandım. Hazmetmek için çaba harcadım. Sonunda kabul etmek zorunda kaldım.
Hayal ediyoruz ama adım atmıyoruz. Seviyoruz ama göstermiyoruz. Kazanıyoruz ama cömert olmuyoruz. Öğreniyoruz ama paylaşmıyoruz. Yenilikçiyiz güya ama hep eski kalıyoruz. İçimiz sürpriz dolu fakat açığa çıkartmıyoruz.
Yaşıyoruz ama yaşamıyoruz.
31.12.2019