SEPET elinden hiç düşmezdi. Nereye gitse onunla giderdi.
Buna şaşıranlar olsa bile üzerinde pek durmazlardı. En çok hayrete sebep olan yanı ise beş vakit namaz için camiye de sepetle gidiyor olmasıydı.
Dikkatli bakışları üzerinde fark ettiğinde yüzünde hafif bir gülümse belirir ilerlemiş yaşına rağmen ay gibi parlak dişleri görülürdü. Sonrasındaysa şu cümle duyulurdu: “Aldım götürüyorum.”
Sır gibi fısıldanan bu sıcak cümle insanları biraz daha hayrete düşürürdü.
“Ne götürüyor?”
“Nereye götürüyor?”
“Kime götürüyor?” gibi sorular düşerdi akıllara. Bazılarıyla “Bir sepete ne sığar ki?” derlerdi.
Camiye girdiğinde sessizce arkasından seğirtip içinde ne olduğunu öğrenme merakına düşenlerde olmuştu vaktiyle ama safta da yanından ayırmadığından bu emellerine ulaşamamışlardı.
Aşikâr görünen bir gizdi bu. Kimseler bilemedi mahiyetini.
Bir gün aynı safa düşmüştük. Selam sonrası kalkarken ihtiyarlığın verdiği minik bir sakarlıkla devirmişti. Başkaları fark etmeden hemen düzeltti ama ben içinde bir şey olmadığını o zaman anlamıştım.
Sırrı bana ayan olmuştu.
Çıkışta koluma girdi, bırakmadığından birlikte evine kadar yürüdük. Çayları arka arkaya içerken “Sen meraklılardan değilsin, bilirim” diyerek söze girdi.
Bu sepette benim ulaşamadığım hayallerim var. Sevdiklerim var, seni sevdim diyemediklerim var. Yüzünü görüp tanımadan bu dünyadan göçüp giden anacığımın yüzü var. Babamın zaman zaman çatılan kaşları, dedemin babacan gülüşleri var.
Dualarım var. Gönlüm var. Kalbine dünyayı sığdıranların benim sepetime hayret eden müstehzi gülüşleri var…”
Daha neler anlattı, neler.
Tüm dünyasını o sepete sığdırmış ama dünyaya metelik vermeyen o tatlı amcayı unutmam mümkün değil.
Yanından ayrılıp tefekkür için kendimi dağa vurduğumda aklımdan geçen ilk düşünce şuydu:
Sait Faik’in “Götürüyorum, havadaki bulutu kovama doldurdum, götürüyorum.” demesine de aynı şekilde hayret etmişler miydi acaba?
27.10.2020