YAŞINI almıştı. İşi gücü devrederek kendini emekli etmişti.
İçinde yıllardır taşıdığı bir ukde vardı. Artık onu çözmeye karar vermiş şirin bir köye gelip yerleşmişti.
Uzunca sayılabilecek bir zaman içinde ciddi emekler harcayarak kendisine bir bahçe yapmıştı.
Toprak ile iç içe bir hayat düşlemiş ve artık bunu gerçekleştirmişti.
Neredeyse yörede mümkün olan her sebzeyi yetiştiriyordu. Özenle seçip ektiği ağaçlarda artık dallarından meyveyle gülümser olmuştu.
Şehir hayatının yıllarca verdiği stresten kurtulmuş mutluluğa ve huzura kucak açmıştı.
Eşi de yaşlanmıştı.
Çocuk ve torunlar uzakta oldukları için birbirilerini çekip çeviriyorlardı.
Torunların özlemi ağır bastığında eşi kendisine sarıyor, yer yer bunaltıyordu.
Son zamanlarda “Bana sevdiğini söylemiyorsun” diyordu. Kimi zaman bununla yetinmiyor “Artık beni beğenmiyorsun çünkü benimle değil bahçeyle daha fazla vakit geçiriyorsun” şeklinde iğnelemeler yapıyordu.
Oysa durum böyle değildi.
Seviyordu, muhabbetinde bir kırılmanın yaşanması şöyle dursun daha fazla seviyordu.
Bunu ise ona emek verdiği sebzeler yetiştirerek besleyerek yapıyordu.
Ağacından meyveler toplayarak ona ikram ediyor olmayı bu yaşın en güzel sevgi tezahürü olarak görüyordu ama hanımına bunu tam anlatamadığını görmüştü.
Bir gün yanına ilişti ve şöyle konuştu:
“Domatesi seviyorum, biberi seviyorum, maydanozu seviyorum, patatesi, soğanı seviyorum.”
Yüzüne yaşanmışlıkların çizgilerinin net biçimde oturduğu hanımefendi eşinden duyduğu bu sözlerle sarsılmış ve içinden “Demek ki, artık beni değil bunları seviyor” diye geçirdi.
Adam devam etti konuşmasına; “çileği seviyorum, elmayı, armudu, ayvayı, kirazı, vişneyi, dutu seviyorum. Ama bunların hepsini senin için seviyorum.”
Hanım “Nasıl yani?” dedi.
“Ben bunları sana sevgiyle ikram edebildiğim için seviyorum
Seni elimle doyurabildiğim için seviyorum.
Seni sevdiğimi bu yolla gösterebilmeme sebep oldukları için seviyorum.”
Gözlerinden yanaklarına bir damla yaş süzüldü.
Bu her şeyin cevabıydı.
26.10.2020