UZUNCA biz zaman geçmişti. Dünya telaşesi araya girince görüşme seyrekleşmişti. Bir gün alıp başımı gittim. Dere kenarında sırtını bir ağaca yaslamış gözleri kapalı kendini dinliyordu. Selam verip vermemekte tereddüt içindeyken sen mi geldin dedi.
Sen mi derken kimi kast ettiğini kestiremedim, beklediği biri var herhalde diye düşündüm. Cevaplama fırsat vermeden ismimle seslenerek gel otur şöyle dedi.
Epeycedir sessizlikle demlendik. Biraz çalçene yapalım.
Siz mi efendim dedim, evet ben nazarım dedi. O da bir ihtiyaç. İnsan arada buna ihtiyaç duyuyor. Biz de insanız değil mi? Herkesin çalçenesi farklı olur sıkılırsan söyle diye tembihledi.
Gerçekten gevezeliğimiz tuttu, daldan dala konduk ve bundan çok memnun kaldık. Bende bunun bir ihtiyaç olduğuna bazı vakitler yapılması gerektiğine kanaat getirdim.
Yanında diz çöktüğün bilge bir ruh ise onun çalçenesi de elbette hikmetten beri olmuyor. Bu sebeple ben yine kelime avcılığına devam ettim.
Ortaklaşması gereken dertler üzerine söyleştik. Kendimizi içine hapsettiğimiz gereksiz kuralları harman savurur gibi savurduk. Egonun aslında insanı paramparça ettiği halde kişiye kendisini nasıl bir bütün gibi gösterdiğine işaret ettik. Hayatı neden müşteri gibi yaşamamamız gerektiğine dikkat çektik. Neden hem talepkâr hem sitemkâr olduğumuza güldük. Zaaflarımızı aşikâr edip ezdik.
Ve daha neler, neler.
En son kabımızı boşaltmadan, korkularımızı, kaygılarımızı, şüphelerimizi atmadan o kaba yeni şeyler koyamayacağımız konusunda uzlaştık.
Güzel bir çalçene oldu kısacası. İyi geldi bana, tazelendim.
Anladım ki, sık sık olmasa bile yapmak gerekiyor. İhmal etmeyeceğim.
31.07.2019