BÖYLE hitap ediyordu.
Her duyduğum vakit yüreğim ağzıma geliyor bir heyecan fırtınası yaşıyorum.
Bir başka hissettiriyor.
Kanatlanıyorum.
Uçmağa durmak gibi.
Ruhun bedenden yükselmesine ve bambaşka diri manalara erişmesine eş bir hissedişin ilk basamağı…
Söylemesi de duyması da birbirinden değerli…
HAZRETİ Mevlana’nın bir dizesinde duymuştum ilkin.
O günden beri severim.
Gönlün ışıltılı oluşuna dilin sevdadan yana işlek bulunduğuna en güzel bir delil…
Cancağzım sevgili demek…
Ama öyle böyle değil. Şeddeli, şiddetli, coşkun, taşkın…
Kapsayıcı.
Kuşatıcı.
Canın içinde sönmeyen bir kandil demek…
Her türlü sert rüzgara ve kasırgaya karşı korunaklı.
Ve koruyucu.
Candan içre can demek…
Ama yeterli değil, daha ötesi, daha da ötesi.
La mekân ilinde mekân tutmak gibi.
Görünmezlikler içinde en çok görüneni gibi.
Gökteki cenneti gönle konuşlandırmak ve orada yâreni ile can cana olmak gibi…
Azizim demek…
Azizem demek…
Varlığı ile bahar olduğum demek…
Kurbanım demek…
Ve belki de daha neler neler demek.
Bu hitapla karşılanan hangi can heyecan duymaz ki…
Hangi can meleklerle muhabbet demine oturmaz ki…
Hangi can binbir esmayı giyinip nur üstüne nur olmaz ki…
Demem o ki; bazı kelimeler kelimeden ibaret değildir.
Gönül cennetinin ışığı, enerjisidir.
Cancağzım da tam bunlardan işte!
19.09.2020