TERSİNİ söylemesini beklerdim ama umduğum olmadı. Tam tersini söyledi. Coşturmamı istedi.
Hüzne bulanmıştı gönlüm, sebepsiz.
Yani benim bildiğim bir gerekçesi yoktu. Hepimize olmaz mı bu? Keder gelip içimizde mekân tutmaz mı? Çöreklenip gitmek bilmediği zamanlara tanık olmaz mıyız? Öyleydi işte.
Gelmişti ve gitmemişti.
Muhabbetlere devam ediyordum ama sanırım bulutları dağıtmama yetmemişti bu.
Anlamıştı.
Dostlar dağılınca geldi yanıma oturdu, iki demli çay söyledi. Sağ avuçlarımızda tuttuğumuz bardakla ısıtırken kendimizi ‘Ayrılık hasretti karetti cana’ türküsünü mırıldanmaya başladı.
Gözlerimden damlalar ardı sıra dizilip akıyordu. Coştur dedi, coştur içindeki ağıtı.
Coştur ki kalmasın içeride bir şey. Akıp gitsin.
Meseleye hiç böyle bakmamıştım. Ben ağıt denilince bir evin tüm duvarlarının acıyla boyanması ve ses duvarının gönülleri tarumar etmesini anlarım.
Ölümler, zulümler, âfetler, kayıplar, çaresizlikler, dermansız dertler, korkular, kaybedilen güzellikler vs…
Bunlar geçerken zihnimden daha dehşetlisi gönlü kaybetmektir dedi. Ona ait güzellikleri, iyilikleri, nimetleri, ihsanları fark etmemek, gereken ihtimamı göstermemek ve onlardan uzak düşmektir gerçek âfet.
Coştur, coşturalım içimizdeki çığlığı. Ki, anlayalım mahrumiyetlerimizi.
Bu geri dönüşün işaret fişeğidir. Tekrar kavuşma müjdesidir. Yeniden hemhal olmanın duasıdır.
Eyvallah dedim, eyvallah.
Coşsun o zaman.
10.01.2019