DİKMEN HOCA DERLER ONA

UĞUR CANBOLAT

İHTİLAL yıllarıydı.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin en yoğun hissedildiği dönemler.

Ümraniye yıllarım.

Ortaokul çağları yani.

Çarşı semtinde yer alan öğrenci evinden her namaz için yürüyerek Namazgâh durağına kadar gidip geliyorum.

Namazgâh camisi.

Minibüs yolu üzerinde geçerken herkesin gördüğü ahşap zarif bir cami.

Davut Taşdemir caminin imamı.

Aynı zamanda İslam Enstitüsü öğrencisi.

Ben ezan okuyup müezzinlik yapıyorum.

Fahrî, yani gönüllü olarak bu vazifeyi yapıyorum.

Yaz aylarında ise öğrencilere Kur’an öğreticiliği yapıyoruz.

Bildiğimiz kadarıyla.

Eksik, gedik.

AYNI zamanda Ümraniye Belediyesi Binasının karşısında yer alan iş hanının ikinci katında yer alan emlak bürosunda Seydi Çalışkan ile birlikte çalışıyorum.

Sabah temizliği yapmak, telefona bakmak, gelen misafirlere çay söylemek görev tanımım.

Haftada bir bıçkın bir ağabeyin hatta çalışan minibüsü kiralanıyor Bahçelievler Haznedar’a derse gidiliyor.

Gidiş ve dönüler efsane…

İlahiler, marşlar…

HER hafta Şükür Mescidi’nin yanındaki apartmanın giriş katında Abdülvahit Mutkan ağabeyin misafiri oluyoruz.

Bir tek biz mi?

Uzak yakın demeden pek çok yerden katılımlar oluyor.

Ezan okunuyor.

Herkes büyük ders salonunda toplanıyor ve cemaatle namazlar eda ediliyor.

Yaşım küçük ama aldığım lezzet çok büyük.

Tarife imkân yok.

İŞTE burada her hafta ders yapan bir kişi var.

Risale-i Nur okuyor.

Sâkin.

Kendi halinde.

Mütevazı.

İçim kaynıyor kendisine.

Anadolu’dan kopup gelmiş özgüveni olmayan, çekingen bir genç olarak sokulup tanışmam imkânsız.

Ön sıraya kadar gitme cüreti gösteremesem de orta noktaya kadar sokuluyorum.

Su gibi içiyorum.

Müthiş bir hâkimiyet.

Nezih bir anlatım.

Sağa sola savrulma yok.

Ev arkadaşlarım benden büyük.

Çoğu Erzurum İslam Enstitüsü dört yıldan beş seneye çıkarılması üzerine tahsillerinde kayıp yaşamamak için İstanbul’a aktarılmış, talepleri üzerine.

İçlerinde Mehmet Kurt gibi ciddî ilim sahipleri var.

Onlar da benim gibi tüm dikkatleriyle bu dersi dinliyorlar.

Hayranlığım giderek artıyor.

Bir nevi model alma eğilimindeyim.

Yanımda oturan kişiye bin bir güçlükle cesaretimi toplayarak dersi yapanın kim olduğunu soruyorum.

“Dikmen Hoca derler ona” diye cevaplıyor.

DİKMEN Hoca.

İlginç buluyorum.

Farklı geliyor kulağıma. Sonradan edindiğim bilgiler bunun soyadı olduğunu gösteriyor.

İlahiyatçıymış.

Yazarmış.

Mehmet Dikmen imiş adı.

İşte o günden beri benim “Dikmen Hocam” Mehmet Dikmen.

CAĞALOĞLU sonra.

Hürriyet Gazetesi karşısında Ziya Gün Han’ında başlayıp Yerebatan Caddesi Baytan Han’da devam eden Zafer günleri…

Yıl 1983.

Cihan Yayınları kuruluyor.

Çemberlitaş’ta idarehanesi.

Yepyeni kitaplar, yepyeni kapaklar…

Dikmen Hocam yayınevi editörü…

Üretiyor da üretiyor.

Ben Zafer’in matbaa takip işlerini yürüttüğümden zamanımın çoğu dışarıda geçiyor.

Giderken ya da dönerken muhakkak Cihan Yayınları’na uğruyorum.

Her gün ama…

Çekilir gibi değil ama Dikmen Hoca hep mütebessim.

Daima ince.

Sürekli zarafetlerle bürülü.

Meraklarımı hoş karşılıyor.

Heyecanlarımı bastırmıyor sorularıma her zamanki güzelliği ile açıklayıcı cevaplar veriyor.

Bıkıp usanmadan.

Ve o kadar işinin arasında.

YIL 1994.

TÜRDAV Yayın Müdürü.

İşler yine yoğun.

Ve ben yine her fırsatta Dikmen Hocamın başındayım.

Yine sabrı kuşanmış.

Değer veren hâli devam ediyor.

Anlıyorum ki bu bir İslam davranışı. Ahlak-ı Muhammedî ilkesi…

“İslam’da Fazilet Yarışı” kitabının yazarı Dikmen Hocam.

Yine “İslam Ahlakı (100 Altın Kural)” kitabının müellifi.

Ondan başka ne beklenebilir ki!

DİKMEN hocamın o yıllarda benim için unutulmaz kitaplarından birisi de “Merak Ettiklerimiz.”

Elimden düşürmeden yıllarca döne döne okuduğum mevcutlarından pek çok farklılığı barındıran “İslam İlmihali.”ni anmadan geçemem.

Yirmi iki yayınlanmış kitabın sahibi.

Hâlen Milat Gazetesi’nde haftalık yazılarını sürdürüyor.

ÜSKÜDAR FM’de Yayın Yönetmenliği yaptığım yıllar.

Dinleyicinin anlayabileceği, ağdalı konuşmayacak, net ve sade bilgiler verecek bir dini program için iyi bir ilahiyatçı arıyorum.

Tabii ki Dikmen Hocama soruyorum. Bana bir isim öneriyor: İsmail Mutlu.

Arıyorum. O sırada Ankara’da bir söyleşiye girmek üzere Mutlu Hoca.

Dönüyor ve başlıyoruz, yıllarca sürecek bir programa.

Dikmen Hocamın tavsiyesiyle.

UZUNCA bir vakittir irtibatım kopmuştu.

Dolaylı haberler alıyordum.

Geçtiğimiz hafta bir sürpriz yaşadım. Ünlüleri, görevli olduğu caminin kürsüsünde konuşturmasıyla meşhur şair ve yazar Ahmet Yüter elinde iki hediye kitapla çıkageldi.

Dikmen Hocamın 624 sayfalık “Peygamberin İzinde DÖRT HALİFE” şimdi masamda.

Adımız geçinde uzandığı yerden doğrulmuş ve gözleri aydınlanmış.

Şöyle imzalamış kitabı: “Uğur İlyas Canbolat kardeşime, dört halifenin ardında, peygamberin izinde, sünnet-i seniyye çizgisinde bir ömür sürmesi temennisiyle… Dua ederek ve dua bekleyerek…”

Ah Dikmen Hocam ah, etmem mi hiç.

Elbette.

Büyük bir şevkle…

Siz de edin lütfen.

Dikmen Hocam haftada üç kez diyalize giriyor olmasına rağmen hâlen yazıyor.

Bizler için.

Allah ondan güzelliği adedince razı olsun.

Ya Selam!

26.02.2021

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir