YANLIŞ anlamayın lütfen. Konu dışarıya yönelik değil, tamamen kendisiyle ilgili.
Üzerinde azıcık düşününce bizim farkımız var mı sorusunu da sormuyor değiliz hani!
Her ikindi üzeri çalıştığım idarehaneye gelir, aldığımız günlük gazeteleri okurdu.
Hem ne okuma, ölüm ilanlarına kadar gözden geçirirdi.
Sonra mutat olmak üzere söz bohçası açılır, başlardı konuşmaya.
Yan masada oturanlar duysa kesinlikle bu kişi biraz sonra canına kıyar diyebilirdi.
O kadar şiddetli suçlardı kendini.
Eleştirirdi demek isterdim ama mesele bunun çok ötesinde. Kendi canına okurdu acımasızca.
İtiraf etmem gerekirse kendisine bu kadar yüklenmesini doğru bulmazdım. Bir çıkış yolu bulabiliriz diye araya girer farklı düşünmesini saylayabileceğini düşündüğüm kısa sorular sormaya çalışırdım.
Fayda etmezdi.
Bu suçlama seansının belli bir süresi vardı. Bu dolana kadar ortaya bomba atılsa onu susturamazdı.
“Emmoğlu, tazelesek şu çayları” dediğinde anlardım sona geldiğimizi.
Çaylar içilir bardağın dibi görününce plağın tersi çevrilir gibi olur bu defa kendini aklama konuşması yapardı.
Az evvel kendini acımasızca darağacına çeken arkadaşım bu defe ipten alırdı kendini.
Anlayamazdım. Hâlâ anlamış da değilim. Nedir bu, nasıl bir mekanizmadır?
“Hem suçla, hem akla, nasıl iş bu” diye sorardım. Yüzüne muzip bir tebessüm oturtur cevaplamadan “Hadi Eyvallah” diyerek çekip giderdi.
Hem kendi celladın hem de kendi kurtarıcın olmak nasıl bir şeydi, hiç bilemedim.
Niye yazdım bunları peki?
Seyrettiğim bir filmin çağrışımıyla hafızamın arta tarafında yer alan bu hatıra aktif oldu.
Bir haber var mı kendisinden derseniz, yok.
Buraları terk edeli epey oldu.
16.11.2020