DURUP dinlenmeden bu kelimeyi tekrar ediyordu. Başka bir şey demiyordu.
Neredeyse dilinin mütemadiyen zikri bu olmuştu.
Kimseler anlayamadı ne demek istediğini…
Anlamaya çalışmadılar da aslını sorarsan. Sadece onu bir eğlence meselesi yaptılar.
Hatta bir nevi yargılama, etiketleme, dahası aşağılama vesilesi kıldılar.
Günler, aylar böyle geçip gitti. Yıllar da ardışık aktı.
Herkes için kabul edilmiş bir hâl almıştı artık.
Yeni doğanlar onun adını “İstila” sanıyorlardı. Dilindeki kelime zamanla isminin yerini almıştı.
Bundan bir şikâyeti var mıydı aşığın? Hayır.
Memnun bile sayılabilirdi zira hiç itiraz ettiğini gören olmamıştı.
Gülüyor muydu? Yok.
Kahır mı yüklenmişti ruhuna? Asla.
Kendince bir hâl ile hallenip yaşıyordu.
Uzunca gözünü kıstığı, ufka kesiksiz baktığı ise herkesin malûmu idi.
Bilinmeyen, ne için baktığı, neyi gözlediği idi.
Ne bunu ona soran oldu, ne de o bunu birine fısıldadı.
Öylece yaşadı, gitti.
Derken günlerden bir gün vakit ikindiye ermekteydi.
Ayağını sürüyerek biri çıka geldi. Onun da gözleri içine kaçmış gibiydi.
Uzunca bakıştılar.
Sonra sarılıştılar.
Görenler donakalmıştı.
Yıllardır nadiren yerinden kalkan bu kişiye ne olmuştu da hemen kalkmıştı yerinden.
Birisi belli ki, muştulandı dedi.
Görenler şunu anlattılar dilden dile:
Gelenin kulağına âşık sessizce “İstila ettin” dedi.
Gelen de onun kulağına “Gönlüm, ruhum, hissiyatım istilaya uğradı tarafından.”
İşte bunun için buradayım ve bundan memnunum.
Başkaca tek kelime bile etmediler ama sessizliğin harfleriyle hararetli bir konuşma yapar gibiydiler.
Gözlerin mahşeri yaşanır gibiydi.
İnsanlar geç vakitte evlerine çekildiler. Onlar orada kaldı.
Sabah merakla gelenler sadece oturdukları yerde izlerini bulabildi.
Duruma izah getiremeyenler köyün bilgesine gidip sordular.
Şu cevabı aldılar: Birbirini kaplayıp bürüyenler, gönlün kadife yumuşaklığına saranlar gibi onlar da birbirini istila ettiler, ikilikten kurtuldular ve birliğe erdiler.
Birliğe yetenlerin izi olur, cismi değil!
03.01.2018