“ASLINDA henüz bir kimliğim oluşmamıştı. Çünkü kişiliğim oturmamıştı. Zaten buna izin verdikleri de söylenemezdi. Beni kendimden uzaklaştırarak uygun gördükleri bir kimliği benliğime yüklemişler ve beni buna güçlü şekilde inandırmışlardı.
Biz büyüğüz diyorlardı.
Çok kişiyiz diyorlardı.
Her yerdeyiz diyorlardı.
En sık tekrar ettikleri ise biz ‘Kurtulmuşlar’ zümresindeniz, haricimizdekiler yanlış yoldalar diyorlardı.
Burası “Nuh’un Gemisi’dir” diyerek sıkça kimlik gururlarını dışa vuruyor kendimi burada olduğum için ‘Seçilmiş’ hissetmemi sağlıyorlardı.
Aslında kendime özgü bir fikrim yoktu. Sadece ezberlettiklerini tekrarlıyordum, o kadar.”
Yıllar sonra ilk karşılaşmamızda bunları anlatmıştı. Söylemler hiç yabancı gelmemişti. Zira benzer cümleler her grupta söylenegelmekteydi.
Kimlik gururu olarak tarif ettiği şey kendini ait görmediği grup gururuydu aslında.
Özgürlük üzerinde konuştuk uzunca.
Özgür olmayanın bir kimliği ve kişiliği olamayacağı fikrinde mutabık kaldık. İnsan bir kevn-i cami iken, yani tüm âlemi temsil edebilecek bir öze sahipken içine düşülen bu esareti izah etmek zordu.
İşin garip tarafı ise mahkûm olan kişinin kendini hür görmesiydi.
Uzun bir gün ve gecenin sonunda biraz dinmeye başlayan hasretimizden geriye yine ortak şu iki cümle kaldı: “Evren için insan ne ise insan için akıl odur. Kâinat insanla, insan akılla tamamlanır.”
Özgürlük ise iman etmiş akıl olan sağlam bir kalbe sahip olmakla mümkün!
Üzerinden yirmi yel geçmiş bu hâdiseyi niye hatırladım ki şimdi!
17.07.2020