Mahir Pekşen: Üçüncü El Bisikleti Küçümsemedik

Uzun yıllardır kendisini keyifle takip ederim. Zafer Dergisinde çalıştığım yıllarda yazıları dergide yer alırdı. Her okuyuşumuzda bizi zenginleştirirdi. Kendisini bildiğim ama henüz tanış olmadığımız zamanlarda içten içe bir tevazu kokusu alır ona karşı olan muhabbetimi tahkim ederdim.

Ama bir yandan da korkardım.

Zira tecrübelerim uzaktan takip edip sevdiğim ünlü kişileri yakından tanıdığımda dağlarıma kar yağdığını, yaprak dökümü yaşadığımı hatırlatıyordu.

Kendisini eşiyle birlikte İstanbul Tüyap Kitap fuarında tanıdım.

Tam bir Anadolu yiğidi olduğunu gördüm.

Hasbelkader bir şeyler karalamış ama henüz olgunlaşamamış kimi insanların şişinmeleri sebebiyle yanlarından geçilemezken onlarca kitaba imza atmış, şiirin ıstıraplı gecelerini sabahın aydınlığına iliklemiş mütevazı bir kişiliği tanımak gönül sevincim olmuştu.

Yiğidin harman yeri olan Sivas’ta doğan ve orada mayalanan bu toprakların güçlü ses bayraklarından şair ve yazar Mahir Pekşen ile muhabbetin demini tuttuk.

Takdim etmekten mutluyum.

UĞUR CANBOLAT

___

Yazıya şiirle mi başladınız?

Yazıya şiirle başladım.

İlk şiiriniz ne zaman yayınlanmıştı?

-Toprak şiirim 1978 yılında, üniversite öğrencisiyken Kalem Dergisinde yayınlanmıştır.

Şiir ile başlamak bir avantaj mı yoksa zorlayıcı mı?

-Yayın hayatına şiirle başlamam bir avantajdır. Bu sayede nesre başlayınca şiir tadını ilave etmeyi başarabildim sanıyorum. 

Sivaslısınız. Sivas sözün ve sazın harman yeri. Memleketinizin yazıp çizmenizde, çalıp söylemenizde ne gibi etkileri oldu?

– Evet gerçekten Sivas sözün ve sazın harman olduğu yer. Sivas’ta yaşayıp şiir yazmamak, saz çalmamak olmaz olamazdı. Esprili ve tabii ki abartılmış bir söz var; “Sivas’ta 5 kişiden 6’sı şairdir” diye.

Bestelenen şiirleriniz var. Nasıl oldu?

-Bestelenen şiirlerim oldu. Bestelenip adımın zikredilmediği şiirler de var. “Bir Mabedin Feryadı” (Ayasofya) bunlardan birisi.

Anne kavramının hayatınıza ve muhayyilenize nasıl bir etkisi var?

-İlk öğretmen… Konuşmamızdan, mimiklerimize, sevgimizden öfkemize, duygularımızı ve hayat tarzımızı şekillendiren varlık.

İlk öğretmenimiz annemiz. Anne sözünün çocuğun mayalanmasında nasıl bir işlevi var size göre?

-Helali, haramı, doğruyu yanlışı annelerimiz kadar yüreğimize kimse kazıyamaz. Onun mayası hayat boyu her alanda kendini gösterir. Anadolu’da annelerin çocuklarına kattığı maya bir ömür boyu silinmez. 

Hayatın şarkısının kalbimizde yankılanmasında ebeveynin özellikle de annenin rolü hakkında ne söylersiniz?

-Neler söylemem ki? Yaşadığı zaman farklı duygular içindeydim. Kaybettikten sonra sevgim ve hayranlığım daha da arttı.  İsterseniz bir şiirle daha anlamlı şekilde vurgulayayım…

ANNEM

Kadife okşayış, şefkatli bir el,

Beni üzgün görse ağlayan annem,

Bir daha, bir daha tut elimi gel,

Beni benden iyi, anlayan annem…

Kolunda dinlenmek amacım hâlâ,

Kır saçıma bakma, muhtacım hâlâ,

Doymadım sevgine, ben açım hâlâ,

Duasıyla huzur sağlayan annem,

Yine ört üstümü, bir yol bul, eğle,

Ilık nefesine muhtacım öyle,

Ya bir masal anlat, ya ninni söyle,

Ömrünü ömrüme bağlayan annem…

Hayatın şarkısını, eşyaların seslenişini her kulak duyabiliyor mu?

-Nasip işi. Duyanlar mutlu yaşar. Huzurlu olur. Ben eşyaların şarkısını herkesten daha fazla ya da daha farklı duyduğumu düşünüyorum. Türk Edebiyatı Vakfı tarafından “Eşyalarımın Şarkısı” adında bir kitabım yayımlandı. Küçük bir bölüm sunmak isterim;

Mangalın Nihavendi

                Kızıldan maviliğe dönüverince yalın,

                Kor, eline emanet tunçtan zarif mangalın.

Ucuz mutluluklarla yetinmenin veya doyumsuzluk okyanusunda boğulmanın, kişinin yetiştiği ailenin ve ona sunulan değerlerin katkısı nedir?

-Kendimden örnek vermek istiyorum; Annem ve babam bana şükrü çok iyi öğretti. Ekmeğe şükrettik… Sobanın sıcaklığına şükrettik. Tavuğumuzun yumurtasını şükürle yedik, ineğimizin sütünü şükürle içtik.  İkinci, belki de üçüncü el bisikletimiz olunca küçümsemedik. Onun pedallarıyla mutluluklara uçtuk.  Şükürlerimiz elimizden tuttu mutluluğa götürdü. İkinci el bir arabam olduğu zaman kontağı her zaman şükür ve besmeleyle açtım. Bunlar ailemin bana öğrettikleri sayesinde oldu. Annemi ve babamı hep rahmetle andım. Her gün istisnasız onlarca şükrettim. Şükrettikçe mutlu olduğumu hissettim. Hayatta en değerli varlıklarım anne ve babamın demet demet verdiği dualar… Her gün ettiğim şükürlerimdir.

Umutsuzluklar ve solan heyecanlar çağındayız. Bunu tersine çevirme hususunda edebiyatın yeri ve fonksiyonu nedir?

-Körüklenen heyecanlar var ama nafile. Tutmuyor. Okumak umutsuzlukları umuda çevirmenin anahtarı olabilir. Son olarak “Açlık” isimli bir kitap okudum. Ne kadar bol nimetlerle kuşatıldığımı bir kere daha çarpıcı bir şekilde hatırladım. Tolstoy’un “İnsan Ne ile Yaşar” kitabı bu konuda sık sık hatırladığım satırlardan oluşuyor.

Filmler var bir de. Sizce öncelik okumakta mı, seyretmekte mi?

– Okumak film seyretmekten kat kat üstündür. Film size nihayet bir objektifin ruhsuz camının aktarabildikleri kısıtlı duygulardır. Okuma esnasında siz duyguları bizzat örer, dünyanızı kendiniz kurarsınız.

Derin acıların kıskacından kurtularak mutluluğun kapısını nasıl çalabiliriz?

– Sakin yaşamak. Az eşya, kaliteli dostluk… Ama en önemlisi frekansınızın tuttuğu insanlarla uzun sohbetler. İnsanda bereket vardır. İyi insan ilaçtır. İyi sohbet ise terapidir, sağaltır…

Mutlu karıncalar bu mevzuda bize nasıl bir örnek teşkil ediyor?

-Biliyorsunuz bu benim set halinde yayımlanan çocuk kitaplarımdır.  Yerin altındaki parlak siyah tenli, toprağın kirletemediği varlıkların, mutluluğu yaşamak ve hayata bağlanmak yolunda gösterdiği hayranlık verici mücadelesinin öyküsüdür.

“Kâğıtçının Yüz Günü”nde ağırlık saadette mi, kahırda mı?

– Ağırlık azla yetinmekte. Hedeflere kilitlenmekte… 

Âlemlere rahmet olarak gönderilen bir kitabın müminleri ve onu getiren bir peygamberin bağlısı olduğumuz halde, kalbimizin bu derece merhametten yoksun oluşunu neye bağlıyorsunuz?

-Dinimizi iyi anlamamaya ve iyi anlatamamaya bağlıyorum. Merhamet ve sevgi eksenli dinin tüm güzel öğütlerini heba ettik.  

Bir şair olarak çocuklar için yazmanın zorlukları var mı, varsa nasıl aştınız?

-Çocuklara yazmanın zorluğundan ziyade, mutluluğu var bende. Yazarken çocuk oluyorum. Hem de mutlu bir çocuk. İyi ki çocuklara yazıyorum. Şimdiye kadar sekiz yaşımı hiç aşamadım.

Bir yazar için yazmanın bir dua olduğu fikrine katılır mısınız?

-Hangi tefsirde ve hangi ayette olduğunu hatırlamıyorum ama; “İyiler iyilik içindedir” anlamında bir ifade hatırlıyorum. İyilik etmek için yazıyorsanız iyisiniz demektir. İyi olmanızsa mutlaka sonsuzların sahibi tarafından ödüllendirilir.  Evet, yazmak duadır.

Nasıl bir duadır peki?

-İyilere edilen duadır. Kendinize ettiğiniz duadır. Kendinize ettiğiniz iyiliktir. Fitneyi önlemek için yazıyorsanız daha da yücedir. İnsanları mutlu etmek için yazıyorsanız onların duasını da alırsınız. Bu ne erişilmez bir güzelliktir.

Son olarak eşiniz de yazıyor. Bir ailede iki yazar olmak avantaj mı yoksa dezavantaj mı?

-Tabii ki avantajı var. Konuşacak çok şeyiniz oluyor. Yazma konusunda birbirimizi acımasızca eleştiriyoruz. Bu eleştiriler bizi daha güzele taşımak bakımdan önemli.

BAYRAKTAN MİLLETE HİTAP

Gökten ay yıldız iner, ben gönderde dururum,
Tek bir Türk sağ kalmışsa ben o kalpte vururum.
Şanlı bir mazi elbet, elbet benim gururum.

Hun benim, Göktürk benim, Uygur’um Harzemşah’ım!

Milletime zaferler bahşetmiştir Allah’ım!

Merhamet harflerinden bir yasan bulunacak,
Her burçta Ulubatlı bir Hasan bulunacak…
Her çağa Türk mührünü bir basan bulunacak.

Sen olmazsan mazi boş, ati dipsiz karanlık.
Sen olmazsan anlamsız, kuru laf kahramanlık.

Boşa ümitlenmesin, eşkıyalar, çeteler.
Türk destanı okuyor, ötelerden öteler,
Bazen Şamiller çıkar, bazen çıkar Mete’ler.

Kafkaslardan eser yel, derin derin solurum.
Gölgemde Kürşat gezer, ben bahtiyar olurum.

Ben başka bir bayrağım, rengimde şehit kanı,
Hilalimde bir neslin Hakka olan imanı.
Yıldızım, bir hürriyet, bir özgürlük limanı.

Yunus’un Mevlana’nın hakka açık eliyim.
Uygur’um, Selçuklu’yum, Avar’ım, Gazneli’yim

Sadece acıyorum, bana kim bakarsa hor.
Beni indirmek, gökten ayı indirmekten zor.
Yine de bedbahtlardan, deneyenler oluyor.

Pişman olurlar bir gün kan ağlaya ağlaya.
Çarpınca başlarını, mermerden sert kayaya!

MAHİR PEKŞEN KİMDİR?

17 Ağustos 1956 yılında Sivas’ın Divriği ilçesinde doğdu.

İlk, orta ve lise tahsilini aynı ilçede yaptıktan sonra İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi İşletme-Muhasebe bölümünü bitirdi.

Çeşitli dergi ve gazetelerde, makale, hikâye, deneme ve şiirleri yayınlandı.

Yerel ve ulusal televizyon ve radyolarda programlar yaptı.

Bazı şiirleri bestelendi.

Türk Edebiyatı Vakfınca düzenlenen 5. Ömer Seyfettin Hikâye Yarışmasında “Annem Yıldızları Sayamaz” isimli hikâyesi ile ödül aldı.

Onlarca kitabı bulunan yazar, yeni kitap çalışmalarına aralıksız olarak devam etmektedir.

15.11.2023

https://www.istiklal.com.tr/haber/mahir-peksen-ucuncu-el-bisikleti-kucumsemedik/804050

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir