ADINDAN vazgeçmişti, bu sebeple çok sonradan öğrenebildim. Kendisini tanıştırırken mecbur insan şeklinde takdim ediyordu. İlk anda tuhaf gelmiş olsa bile zamanla alıştım ve hatta sevdim.
Adını, sanını, titrini, ününü geride bırakabilmek sanıldığı kadar kolay değil. Bunlardan vazgeçtim diyen nicelerinin aslında bunu başaramadıklarına çokça şahit olmuşuzdur.
Mecbur insan, terki de terk etmişti.
Uzun aralıklarla bir araya gelebiliyorduk. Telafisi de bitimsiz sohbetler şeklinde oluyordu.
Gün geldi yaş farkı olsa da aramızda bir hukuk oluştu. Birlikte türkülerle güneşi ertesi sabah buluşmak üzere uğurlarken soruverdim kendisine. Neden mecbur?
Büyük bir iştiha ile anlattı. Sanki bu soruyu sormamı bekliyor ve söyleyeceklerini emanet etmek istiyordu.
Nazarım dedi, hayvaniyetten sıyrılıp insan olmaya mecburuz.
Düzgün olmaya, bu yetmez doğru kalmaya mecburuz. Dürüst olmaya da öyle, evvela kendimize olmak kaydıyla.
İlme, irfana mecburuz. Şefkate, merhamete, muhabbete mecburuz.
Dostu dost bilmeye ve gereğini her daim yapmaya mecburuz.
İnsan olmaya mecburuz. Bu dünya çölüne yeşermek için gönderilmedik mi? Bu ise insan olmakla mümkün.
Peki, biz ne yapıyoruz? Mecburiyetimizi yerine getiriyor muyuz?
Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerine kızarken biz bunu yapmıyor muyuz? Üstelik kuyuyu da kendimiz kazarak.
05.07.2019