SİZİN var mı, bilmiyorum ama benim bir mektup çekmecem vardı. Mektupları zarflarıyla birlikte saklardım. Kenarına bir yere de ne zaman elime geçtiğini yazardım.
Henüz mektup yazmayı unutmadığımız yıllardı o yıllar. Mektup almak kadar yazmak da zevk ve heyecan verirdi. Öylesine yazılmış metinler değildi bunlar. Özenirdik.
Sanki bir makale yazıyormuşçasına dikkat eder, her mektupta hem hayatımıza dair yeni şeyler söylerdik hem de ulaştığımız bilgi ve anlayış seviyemize göre kimi değerlendirmelerde bulunurduk. Bir nevi karşılıklı gelişme notları diyebiliriz buna.
Mektupları gönderen kişiye göre ayrı ayrı desteler üstlerine lastik takardım. Duvara gömülü olan küçük bir çekmecem vardı, buraya ihtimamla yerleştirirdim. Orası benim mahrem çekmecemdi. Kişiye özeldi yani.
Ne zaman canım sıkılsa, hasret burnumun direğini sızlatıp boğazım boğum boğum olsa hemen çekmecemin başına koşar, içlerinden seçer tekrar okumaya başlardım.
Zaman aşımına hiç uğramazdı nedense. Her zaman bana terütazeydi. İçime sevinçleri doldururdum tıka basa.
Her biri ayrı bir önemle yazılırdı. Mektuplar için özel kağıtlar tercih ederdik. Kimi mavi çiçeklerle bezeli olurdu bazısıysa kırmızının heyecan uyandıran motifleriyle. Mektup yazmak için özel kalemlerimiz olurdu. Sadece bu işte kullanırdık.
Fukara yıllarımızdı evet ama duygu zenginiydik. Heyecan zenginiydik. Sahici sevinçlerimiz vardı. Cömertçe paylaşırdık duygu ve düşüncelerimizi. Henüz cimriliğimiz buraları istila etmemişti.
Nereden mi aklıma geldi şimdi bunlar. Geçen sene bir arkadaşım ziyaret sonrasında ayrılırken elime bir kutu tutuşturdu sonra açmamı tembih ederek.
Ona yazdığım mektuplar vardı içinde.
Üstüne bir not iliştirmiş: “Yürek tutuşturan mektuplar.”
Tekrar tutuştu yüreğim.
28.11.2019