TAM BİR YAKINMA halindeydi. Dilinden öldüm ben cümlesini hiç düşürmüyordu.
Günde kaç defa tekrar ettiğini hesap etmek mümkün değildi zira hiç yerinde durmaz daima gezerdi.
Her uğradığı kişiyle bu cümle ile konuşmaya başlar yine aynı şekilde bitirirdi.
Yine böyle bir gündü. Rutinini gerçekleştiriyordu. Uğradığı yerlerde kimi zaman tanımadıkları da bulanabiliyordu. O ise buna hiç aldırış etmiyor ezberini tekrarlıyordu.
Beklemediği bir soruyla karşılaştı ve çok şaşırdı. Bununla kalmadı, sarsıldı da…
Ölmeyi becerdin, peki yaşamayı başarabilin mi?
Çalışmadığı yerdendi. Akışı bozuldu, şaşaladı. Birden sessizliğe gömüldü. Bir süre daha aynı şekilde oturduktan sonra fark edilmeden ayrıldı gitti.
Hakkıyla yaşamak ne kadar çetinse ölmeden evvel ölmesi gerekenleri öldürebilmekte bir o kadar zordu. İkisi de emek isterdi.
Düşünüldüğünde aslında bir devridaim şeklinde her nefeste dirilip ölmüyor muyduk?
“Yuhyî ve Yumît” değil miydik? Hayatı da mematı da veren o değil miydi?
Bundan haberdar değilsek dirilmemek üzere ölmüş sayılmaz mıydık?
Her nefes ölüp yeniden can bulurken bu hakikatten bîhaber yaşamak hicran değil mi?
Kötücül duygularımızda, nefsi isteklerimizde, hırslarımızda diyelim ki ölmeyi başardık, iyiliklerde yaşamaya muvaffak olabildik mi?
Hangi iyi şeyler diriliyor ruhumuzda?
Ve kimlerin güzel şeyler yaşamasına vesile olabildik?
Soruyu tekrar edelim. Ölmeyi becerdin, peki yaşamayı?
02.09.2019