Ötekileştirme Yaklaşımları ve Sosyolojik Zehirlenme

UĞUR CANBOLAT

Bilindiği gibi son günlerde Psikolog Prof. Dr. Üstün Dökmen’in başörtülülerin psikolog ve psikiyatrist olamayacakları hususundaki sözleri tartışılıyor.

Bu ayrıştırıcı yaklaşım ve dil toplum tarafından hoş karşılanmadı. Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan bu yaklaşımı “Mesleki Narsizm ve Empati Yoksunluğu” olarak tanımladı. Mesleğin diğer uzmanları ve hocaları da konuya dâhil oldular ve bu yargılayıcı dilin olumsuzluğu üzerinde fikirlerini kamuoyu ile paylaştılar.

Daha fazla “Sosyolojik Zehirlenmeyi” önlemek için yolumuzu Üsküdar Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ebulfez Süleymanlı Hocaya düşürüp siz İstiklal Gazetesi için konuyu etraflıca değerlendirmeye tâbi tuttuk.

___

Hocam birlikte yaşama kültürünün ne olduğu ile başlayalım mı sohbetimize?

-Tabi. Aslında çok farklı açılardan ele alınan bu olguyu genel olarak bireylerin ve toplumların aynı kültürü, dini, coğrafyayı paylaştığı kişilerle olduğu gibi farklı fikir, kanaat ve inanç sahipleriyle de insan olma hakikati üzerine bina edilen ortak zemin üzerinde bir araya gelmeleri şeklinde ifade edebiliriz.  Özellikle dünyanın son derece kutuplaştığı ve bölündüğü, şiddet sarmalının arttığı bir dönemde birlikte yaşama kültürünün dünya barışı için,  güvenilir ve huzurlu bir toplumun oluşması için önemli olduğu aşikârdır. 

Ötekileştirme yapmadan birlikte yaşamanın önünde duran engeller nelerdir?

-Kültür, dil, din, ırk farkının etnosentrik bir tavırla davranışlara dönüşmesi, dışlamayı da beraberinde getirecektir. Önyargılar ve kalıp yargılar da engel oluşturacak niteliktedir. Burası çok kritiktir. Kıldan incedir. Önyargıları pekiştiren söylem, tutum ve davranışlardan sosyal barış adına şiddetle kaçınmak gerekir. Aynı şekilde kalıp yargılardan uzak durmamız gerekmektedir. Radikal davranışlar hiçbir topluma huzur getirmemiştir. Aşağılayıcı eda ve üsluplar ayrışma nedeni olurlar. Bu sebeple üstenci üsluplar tercih edilmemelidir. Toplum farklılıklarıyla güzeldir.

Peki, tam tersi davranışların pekiştirici olumlu etkileri var mıdır?

-Evet, vardır. Özellikle birlikte yaşamayı kolaylaştıran ve  mümkün kılan öğelerin başında, ortak fikirler, ortak hedefler, idealler ve kültürel  uyum gelir. Aynı zamanda özellikle eğitim yoluyla başkalarını anlama ve onlara saygı temelli değerlerin toplumda yaygınlaşmasını sağlamak bu süreçte önem arz etmektedir.

Hassasiyet mi öneriyorsunuz şu hâlde?

-Evet. Özellikle okuyup yazan, düşünen, topluma yön veren, istikâmet çizen kişiler sorumluluklarının farkında olmalılar. Toplumsal dokuyu bozacak sözler söylemekten sakınmalılar. Yanlış anlaşılacak benzetmelerden kaçınmalılar. Kendilerini bu toplum bahçesinin bahçıvanı gibi görmeli ve şefkate dayalı bir dil geliştirmeliler. Kısacası hepimiz hassas olmalıyız. Zira toplumsal meseleler gerçekten hassastır. Fay hatlarını dikkate alan söylemlerde bulunmak önemlidir.

Ötekileştirmek bir bakıma aynı zamanda ötelemek anlamına da gelir mi?

-Aslında farklı anlamlara gelirler. Fakat şu açıdan bakarsak kesiştirebiliriz. Eğer bakış açımızı değiştirmeyi ve her kültürü kendi içinde değerli kabul etme düşüncesini erteliyorsak bu bir nevi ötelemedir. Bu öteleme hâli de ötekileştirmenin sürmesine zemin hazırlar.

Ötekileştirme yapan kişilerde empati açısından bir sorun görüyor musunuz?

-Evet, görüyorum. “Benim değerlerime ve kültür öğelerime sahip olmayan benden değildir.” düşüncesi ciddi bir benmerkezci tavrın göstergesidir. Sadece kendini görmektir. Önemsemektir. Önceliği kendine ve fikirlerine vermektir. Bu ise üst fikir duygusuna sahip olunduğunun göstergesidir. Empati yapamamak ciddi bir kişilik krizidir. Kişi eğer toplumda önemsenen, önde olan bir figür ise kendisinin dışında toplumsal krizlere zemin hazırlayabilir. Yani önemsenmesi ve çözüm bulunması zaruridir.

Ötekileştirme eğilimine sahip olan bireylerde bir narsistik damar vardır diyebilir miyiz?

-Diyebiliriz. İletişime, sosyalleşmeye, kültürlenmeye, paylaşıma kapalı bireyler dominant bir “ben” güdüsüne sahiptir diye düşünüyorum.

Bu kişilerle yaşamak nasıldır?

-Çok zordur. Narsist kişilerle yaşamak yıpratıcıdır. Çünkü sürekli karşısındakine kendini değersiz hissettirir. Daha doğrusu başkalarını değersizleştirerek kendisini değerli hâle getirme çabasıdır. Herkesi güdülemeyi amaçlar. Yönetme tutkusu taşır. Emrine itaate değişik psikolojik baskılar uygulayarak zorlar.

Bu kişiler toplum önünde etkin konumlardaysa durum daha da vahim o zaman, öyle mi?

-Kesinlikle öyle. Toplumsal krizler bu gibi kişilerin ayrıştırıcı çabaları sonucunda ortaya çıkar. Toplumsal dokuyu bozarlar. İnsanları, inançları, ırkları, kültürleri, dünya görüşleri ve yaşama biçimleri üzerinden tanımlarlar. Bununla da kalmaz kendi görüşlerine uygun olmayanları üstenci bir dil ile sürekli kategorize eder, ötekileştirirler. Mesleki narsizm, inanç narsizmi, grup narsizmi bu bakımdan çok vahimdir, tehlikelidir.

Kişinin yaşadığı toplumun kimi değerlerini benimsemese bile bunları anlama çabasında olması gerekir mi?

-Kesinlikle gerekir. Gelecek nasıl geçmişten beslenerek gelişim, değişim ve dönüşüm sağlıyorsa, yaşadığımız toplumda her birimiz bir diğerimiz için bir gelişim ve değişim sebebiyiz. Farklılıklar doğru değerlendirildiğinde sosyal zenginleşmeyi sağlar. Çünkü bunlar aslında önemli bir kültürel ve sosyal sermayedir.

Toplumsal barışın sağlanması konusunda yeterli iradeyi gösterebildiğimizi düşünüyor musunuz?

-Bence eski değerlerimizi, saygımızı, hoşgörümüzü gittikçe kaybediyoruz. Bu alarm verilmesi gereken bir konudur. Üzerinde sağlıklı araştırmalar yapılmasını gerektiriyor. İyi niyet ve gerçekçi analizlere ihtiyacımız var. Bu ise toplumsal duyarlılık ile mümkündür. İrade konusuna gelince burada dik duramamak, geçmişi toptan silip atmak, ayrıştırıcı söylemlerde bulunmak toplumsal barışa zarar vermektedir. Ancak yine de memnuniyetle ifade edebilirim ki, millet söz konusu olduğunda tek yürek, tek vücut olabiliyor, bir sorun halinde toplumsal harekete geçebiliyoruz.

Siyasal söylemlerin ötekileştirme veya sosyal yaşama barışı açısından etki değeri var mıdır?

-Ne yazık ki evet, bazen bu tarz söylemlerin insanlar arasında kutuplaşma yaratacak kadar önemli bir etkisi olduğunu görebiliyoruz. Bu yüzden siyasilerin dikkatli olmaları, ötekileştirici beyan ve üsluptan kaçınılmaları, huzur ve barışı tesis edici söylemler üretmeleri hayati önem taşımaktadır.

Kendine benzemeyen ile sağlıklı bir dil oluşturmanın önünde ne gibi engeller görüyorsunuz?

-Kültür farkı ortak noktada buluşmayı engelleyeceğinden, sağlıklı bir iletişim kurma ihtiyacı dahi duyulmayacaktır.

Şerif Mardin Hocanın öne sürdüğü “Mahalle” kavramı vardı. Sizin görüşünüz nedir?

-Aslında sosyal etki ve uyumun öne çıktığını düşünüyorum. İnsanlar kendi kültürünün ve çevresinin etkisiyle kabul, itaat ve uyma davranışı sergiliyorlar. Çevresinden gördüğünü öğrenerek uygulayan çevre baskısını yaşatan bir kültür, ötekileştirmeyi de normalleştirecektir. Fark ettiyseniz “Mahalle baskısı” yerine “Çevre baskısı” kavramını özellikle kullandım. Zira mahalle bizim kültürümüzde önemli bir kurum ve bu tarz çağrışımlarla bu kavrama sürekli olumsallık yüklenerek içinin boşaltılmasına da neden oluyoruz. Öğrencilerime de bu kavramı dikkatli kullanmaları konusunda sürekli telkinde bulunuyorum.

Kişinin sadece kendi mahallesini duyması yankı odası olarak tanımlanabilir mi?

-Evet, tanımlanabilir. Metaforik ve uygun bir anlatım olduğunu düşünüyorum. Algıda seçici bir tavırla kendinden olanı ayırt etmek gibi düşünebiliriz.

Ötekileştirme konusunda karşı tarafa gösterilen şiddet dilinde biraz da kendi düşüncelerine güvenememe veya korku söz konusu mudur?

-Tahakküm kurma isteği desek daha doğru olur. Ben daha güçlüyüm, önce ben, benim doğrum, benim görüşüm şeklindeki keskin tavır, bir koruma ve korunma içgüdüsünden kaynaklanıyor diyebiliriz.

Hakikati kendi tekelinde tutma isteğinin ürettiği şiddeti nasıl değerlendirirsiniz?

-Bu da bir koruma içgüdüsü gibi düşünülebilir. Günahıyla, yanlışıyla kendi kültürüne sahip çıkıp başkasının eleştirisine kapalı olmak ve başkasının o günah ve yanlışı bilmemesi, öğrenmemesi için kendi duvarlarını örmek şeklinde değerlendirebiliriz. Bu ise tek tip düşünceleri ortaya çıkarır ve bunu tahkim eder. Başkalarını düşmanlık algısı ile dinlediğinden onları anlamayı zorlaştırır. Bu ise kişi veya grupların kendi içine kapanmasına sebep olur. Farklılıklar aşağılama ve düşmanlık şeklinde ifade edildiği zaman sosyal şiddetin, psikolojik şiddetin zeminini hazırlar.

Farklılıklar insan yaşamının en eski gereği iken bunu kavrayamamış olmamızı nasıl tahlil edebilirsiniz?

-Küresel düşünüp yerel hareket etmek, etkin sonuçlar getirebilir. Bunun için yeniliklere açık olmak, kültürlenmeye açık olmak gerekir. Kendi kültürünü başka kültürlerle zenginleştirmek insan yaşamını da zenginleştirir. Fakat biz yerel düşünüp yerel hareket ettikçe kendi gelenekselliğimiz içinde sıkışıp kalıyoruz. Yeniliklere, farklılaşarak zenginleşmeye karşı bir savunma mekanizmamız var. Yerele ihanet etmiş olma korkusu baskın geliyor olabilir. Önce değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu fark etmek gerekiyor. Bu sayede farklılaşarak zenginleşebilme fikrine sıcak bakmak mümkün olabilir.

Toplum geneline baktığımızda ötekileştirme eğilimlerinde yaş farkı var mı? Bu konuda ileri gidenler gençler mi ileri yaşı olanlar mı?

Kuşak çatışması kaçınılmaz bir gerçek. Gençlerin bakış açısı daha yenilikçi, oysa aileleri daha kapalı bir yaklaşıma sahip. Bu önce aile içinde kutuplaşmayı sağlıyor. Toplumun en küçük birimindeki bu kutuplaşma ve çatışma hâli de genele yayılıyor diyebiliriz.

Bu nasıl aşılabilir peki?

-Aile büyükleri gençleri dinlemeli. Yargılamaya değil anlamaya dayalı bir yaklaşım geliştirmeli. Karşılıklı etkileşmeye ve değişip dönüşmeye açık olmalı. Her değişim ve dönüşümün olumsuz olduğu fikrinden vazgeçilmeli. Aile bireyleri arasında geliştirilecek olan sağlıklı iletişim sosyal barışa önemli katkılarda bulunacaktır.

Yanlış kültür ve geleneğe dayalı algının kalkması için üniversiteler nasıl bir misyon yüklenmeli?

-Çok kültürlü eğitim önemli bir adım. Gençler geleceğin bayrağının taşıyıcısı olduğu için onları kültürel anlamda zenginleştirmek, eğitmek demek, topluma nüfuz edebilmek demek. Gençlerin kendilerini ifade edebilecekleri bir ortamın onlara sağlanması, ulusal ve uluslararası nitelikte uyum programlarıyla kültürlenmeye katkı sağlamak için üniversiteler önemli paya sahip.  Dolayısıyla üniversite hocaları bu konuyu ciddiye almalı, öğrencileri ile bilgiye dayalı serbest tartışma ortamları oluşturabilmelidir. Bu daha sonraki hayatlarında kavga etmeden fikrini ifade edebilme, benimsemediği fikri ve gerekçelerini sabırla dinleyip anlamaya çalışmasını sağlayacaktır.

Bu önemli bir çabayı gerektirmiyor mu?

-Kesinlikle gerektiriyor. Karşı olduğunuz fikrin ayrıntılarını, beslendiği kaynakları, zihinsel çarpıtmalarını, yorum ve mukayese hatalarını bilmezseniz o fikre nasıl karşı çıkabilir, nasıl bunu tartışabilirsiniz ki. Kişi kendi savunduğu düşüncesinin temelleri kadar karşı fikrin dayanaklarını da bilmelidir. Tartışmak ciddi bir iştir. İlk başta saygıyı gerektirir ardından ciddi çaba ve emek icap ettirir. Zaten insan aynı şeyi kendi düşüncelerine karşı çıkan kişilerden beklemez mi? Sebeplerini bilmediğiniz, üzerinde düşünmeye bile değer görmediğiniz bir fikri tartışmanız çelişkiniz olmaz mı? Sosyal barışın sağlanması için ötekileştirme sosyolojisinin ağına düşmemek gerekir. Fikrin namusu bunu hak eder.

Kanaat önderlerinin, akademinin, hocaların, sanatçıların, yazarların toplumsal barışı sabote eden yaklaşımlara karşı doğru bir duruş sergilediklerini söyleyebilir miyiz?

-Geleneksel olarak bu kategoride yer alan kişilerin en önemli özellikleri zor dönemlerde, toplumsal kriz ve gerilim durumlarında sergiledikleri yaklaşımlarıyla kişilerarası çatışmalarda tarafları ikna ederek uzlaşı sağlamalarıdır. Aynı zamanda sözlerine itibar edildiği için bu kişilerden beklenen şey toplumda adaleti sağlamaya yönelik ve problemlere kısa sürede çözüm üretmeye yönelik çaba sergilemeleridir. Oysa bu özelliklerden yoksun olan sözde kanaat önderleri, sözde akademisyenler ve sözde sanatçılar toplumu bir arada tutacak bir dinamik değil, tam tersi çatışmaların fitilini çeken aktörler hâline gelebilmektedirler. İyi ki “halkın gözü terazidir” deyimine uygun olarak toplum kısa bir süre sonra bu sözde olanları ayırt edebilmektedir.

Başkanı olduğunuz sosyoloji bölümünün bu konuda bir çalışması veya sosyal deneyi var mı?

-Toplumsal dönüşüme yön veren ve aynı zamanda toplumsal dönüşümden de etkilenen üniversiteler bilimsel faaliyetlerle birlikte toplumu oluşturan bireylerin ufkunu açmak ve yüksek insani değerleri içselleştirmiş bireyler yetiştiren kurumlardır veya böyle olması beklenmektedir. Üsküdar Üniversitesinin temel misyonlarından biri yüksek insani değerlere öncelik veren özgürlükçü, çoğulcu, eleştirilebilirlik ve katılımcılık ilkesini amaç edinmiş bireyler yetiştirmektir. Bu ilkeler çerçevesinde eğitim faaliyetlerini düzenleyen sosyoloji bölümümüzün amacı etik değerlere saygılı,  önyargılardan uzak, insan haklarına bağlılığı ilke edinmiş ve toplumsal duyarlılığı gelişmiş sosyologların yetişmesini sağlamaktır. Derslerimizin müfredatını ve öğrencilere yönelik gerçekleştirdiğimiz konferans, proje ve etkinliklerimizi bu hedef doğrultusunda gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Danışmanlığını yaptığım Sosyoloji Kulübümüz ve İnsan Hakları Kulübümüzde öğrencilerimizle birlikte gerçekleştirdiğimiz projelerin de ana gayesi bu yöndedir.

PROF. DR. EBULFEZ SÜLEYMANLI KİMDİR?

1975 yılında Azerbaycan’ın Ucar ilçesinde doğmuş, ilk, orta ve lise öğrenimini burada tamamladıktan sonra 1991 yılında Azerbaycan’dan ülkemize gelen ilk öğrenci grubunun içinde yer alarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde lisans eğitimine başlamıştır.

1995 yılında lisans eğitimini tamamlamasının ardından İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyal Yapı-Sosyal Değişme Anabilim dalında yüksek lisans yapmıştır. Buradan mezun olduktan sonra aynı yıl (1998) İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde doktora eğitimine başlayıp “Azerbaycan’ın Yakın Tarihinde Milli Kimlik Arayışlarının Sosyolojik İncelemesi’ teziyle doktor unvanını almıştır.

2012 yılında yine Türkiye’de girmiş olduğu doçentlik sınavında başarılı olarak Sosyoloji alanında bu unvanını kazanmıştır.  2017 yılında profesör olmuştur. Uzun süre Azerbaycan’ın çeşitli üniversiteleri ve bilim merkezlerinde bilimsel faaliyetlerde bulunan SÜLEYMANLI, Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi ve bölüm başkanı olarak akademik çalışmalarını sürdürmektedir.

Aynı zamanda Üsküdar Üniversitesi İnsan Hakları Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (İHAMER)  Müdürlüğü ve Türk Dünyası Sosyologlar Birliği başkan yardımcılığı görevini yürüten SÜLEYMANLI, çoğunluğu saha çalışmalarına dayanan göç, aile, kimlik, karma evlilikler, yalnızlık, gençlik sosyolojisi ve Türk Cumhuriyetlerinin toplumsal yapısı  üzerine yurt içi ve yurt dışında yayınlanmış çok sayıda çalışmaları bulunmaktadır.

17.08.2022

https://www.istiklal.com.tr/haber/otekilestirme-yaklasimlari-ve-sosyolojik-zehirlenme/707102

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir