3 GÜN
UĞUR CANBOLAT
___
BİR ÂYET BİR HADİS
Allah, onun rızasına uyanları esenlik yollarına iletir ve onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp dosdoğru yola iletir. Maide Sûresi Âyet 16
Hayırlınız, ahlâkı güzel olanınızdır. Peygamberimiz (sav)
GÜÇ MERKEZLERİ
HAYATIMIZIN güç merkezleri vardır. Bizleri onlar yönlendirir genellikle. Organize ederler.
Özgül ağırlıklarımız buna göre şekillenir.
Gülüşümüz buna göre şekil alır. Sözlerimiz buna göre kıvam bulur.
Davranışlarımız bu merkezlere göre kendini dışa vurur.
Kısacası hayatımız bu güç merkezlerine ve onların kesişmelerine uygun şekilde öyle ya da böyle olur.
…
Peki, bu güç merkezleri nelerdir? Kişilere göre farklı mıdır şeklinde aklımıza gelen sorular olacaktır elbette. Cevabımız evet olacaktır.
Evet, bu merkezler kişilere göre farklılıklar gösterirler.
Beslenme kaynaklarına, yaşadığı topluma, oturup kalktığı dostlarına göre değişiklik arz ederler.
…
Düşünelim. Bu güç merkezleri neler olabilir?
Fikri kaynaklar, dini kaynaklar, sosyal ve sosyolojik kaynaklar. Felsefi kaynaklar hepsi bu güç merkezlerinden olabilir.
Sevgi kaynaklarınız belirleyicidir. Dost sofralarınız belirleyicidir.
Hangi müzik türünü dinlediğiniz bile sizi inşa etmesi bakımından önemlidir.
Sadece bunlar mı? Değil elbette…
…
Akıl önemli bir güç merkezidir. Aklın çeşitlerini ve işlevlerini de dikkate alarak bu konu üzerinde esaslı bir düşünce mesaisi vermeliyiz.
Zihni melekeler mühim bir güç merkezidir. Bunlar nelerdir, nasıl geliştirilir, bizlere hayatı doğru yaşamak bakımından neler sağlar? İşte bunlar da yabana atılacak sorular değildir.
Dikkat isterler, emek beklerler.
Fikri olgunluk belirleyici bir güç merkezidir. Belirler ve tanımlar. İfade edebilme, izaha girişebilme kudreti sunar. Kavramlaştırabilme fırsatları kazandırır. Bu ise özgüven getirir başkaları ile rahat konuşabilme, müzakere edebilme becerisini geliştirir.
Başkalarının fikrini dinlemek de zenginleştiren bir güç merkezidir. Sıklıkla kaçınılan bir davranıştır. Yanlıştır. İçinde pek çok psikolojik dinamik barındırır. Kendi fikrini başka fikirleri dinleyerek, anlayarak güncelleyebilme cesareti kaçırılmamalıdır. Kendi düşüncelerini tartma ve yeniden bir değerlendirmeye tabi tutma fırsatı sunar. Yanlış olan fikri daha doğru yeni bir fikirle değiştirebilmek insanı güçlü kılan en önemli unsurlardan biridir. Kaçınılmamalıdır. Komün mantığı insanı daraltıcıdır.
Nefis en tehlikeli güç merkezidir. Her türlü alavere, dalavere buradan planlanır ve uygulamaya sokulur. Her şerre bir hayır kılıfı bu merkezde gayet ustalıkla biçilir. Ustalıkla da inandırılır.
Gönül en zengin güç merkezidir. Evrenler burada dürülüdür. Sevginin bengisuyu buradan doğar ve taşar. Hayata baharlar buradan üflenir. Çiçekler burada bezenir.
Hakikatli dostluklara buradan mana ikramları yapılır.
Isıtan tebessümler buradan yola çıkarlar. Yaşamın zorlukları buradan hafifletilirler.
Varlığın künhüne sağa sola sapmadan ve vakit kaybetmeden varmanın dersleri burada talim ettirilir.
Kısacası güç merkezleri içerisinde en önemli sırada yer alır.
Diğer merkezler de yer yer buradan beslenirler.
__
ESMAİ HÜSNA
EL MELİK – El-MÂLİKÜ’L- MÜLK
Sözlükte Mâlik “sahip olmak, hükmetmek, istila etmek, elinin altında bulundurup tek başına tasarruf etmek” anlamlarına gelir. Mülk kökünden türemiştir.
Melik kelimesi, hükümdar, yönetici, sahip demektir.
El Melik ismi de süreklilik gösteren bir isimdir ve her konuda Allah’ın var olduğunu, mülkünde mutlak otorite sahibi olduğunu bildirir. Melik ismi Mâlik isminden daha kapsamlıdır ve hüküm vermeyi de içerir. Bu durumda her mâlik, hüküm sahibi değildir diyebiliriz.
Kur’an’da “mülk” kökünden gelen bu isimler 119 yerde geçer.
Melik ismi İki âyette ”Hak”, iki âyette “Kuddüs” ismiyle birlikte yer alır. Nas Sûresinde tamlama olarak “insanların meliki” olarak geçer.
Mâlik ismi ise terkip olarak Fatiha Sûresinde “Mâliki yevmi’d-din”, Ali İmran Sûresinin 26. âyetinde ise”Mâlikü’l-mülk” şeklinde zikredilmektedir.
Kur’an’da isim, sıfat ve mastar şeklinde gelen kelimelerle tek otoritenin tamamen Allah’a has kılınmış olduğu fiil şeklinde gelen mânâlarda ise insana nispeten kullanıldığı görülür.
Yeryüzünden nice zengin ve kendini pek çok yönden otorite sahibi olarak gören insanlar geldi geçti. Bu isimleri tefekkür ederken kendimizin ne kadar yetkin ve zenginliğimizin ne kadar geçici olduğunu da aklımızdan çıkarmamız gerekir.
Bir şeye sahip olmak üzerinde hüküm sahibi olduğumuz anlamına gelmediği gibi, tasarrufunda da Allah’ın bize verdiği potansiyeli kullanmamız gerekliliği ile ilgilidir. Çünkü sahip olmak liyakati gerektirir.
Muhakkak ki Allah yoktan var eden, yarattığı üzerinde mutlak otorite ve hüküm sahibidir.
___
KUR’AN’DAN KAVRAMLAR
FİDYE
Fidye (fidâ) kelimesi Arapça’da “bir kimseyi bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmak için ödenen bedel” anlamına gelir.
Fidye kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’in iki âyetinde terim mânasında (el-Bakara 2/184, 196), bir âyette “bedel ve karşılık” şeklindeki sözlük anlamında (el-Hadîd 57/15) geçerken dokuz âyette de çeşitli türevleriyle yer almaktadır (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “fdy” md.). Kelime, aynı anlamlarda ve değişik türevleriyle birçok hadiste de geçmektedir (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “fdy” md.).
Fıkıh terimi olarak düşman elindeki esiri kurtarmak için ödenen bedeli, ayrıca başta oruç ve hac olmak üzere bazı ibadetlerin eda edilmemesi veya edası sırasında birtakım kusurların işlenmesi halinde yerine getirilmesi gereken dinî-malî yükümlülüğü ifade eder. Buna göre fidye ile kefâret arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Zaman zaman bu iki kelimenin aynı anlamda kullanıldığı, hatta bazı âlimlerin fidye yerine kefâret kelimesini tercih ettikleri (meselâ bk. Kâsânî, II, 186-187; İbn Kudâme, III, 495; Nevevî, VI, 267; VII, 364-365, 379-380), bir kısmının da aynı konuda daha ağır yükümlülük getiren bir kefârete (keffâret-i kübrâ) nisbetle fidye için “küçük kefâret” (keffâret-i suğrâ) tabirini kullandıkları (bk. Derdîr, I, 516, 527, 537) görülmektedir.
Ancak kefâret yalnız günah sayılan bir fiilden dolayı gerekir ve bu özelliğiyle fidyeden ayrılır (Süyûtî, s. 694). Fidye ise daha çok meşrû bir özür sebebiyle ifa edilemeyen bir ibadete bedel olarak veya ibadet sırasında yerine getirilemeyen bir hususu, işlenen bir hata ve kusuru telâfi için ödenir. Bu bakımdan dinî hükümde bir hafifletme ve ruhsat özelliği taşımaktadır (Karâfî, I, 213-215; İzzeddin b. Abdüsselâm, II, 6-10).
__
RAMAZAN PEDEGOJİSİ l
ANNE-BABAYA DÜŞEN ROLLER
Anne-babanın en önemli görevi temsil. Temsil, tebliği önceleyen bir kavram. Çocuklarımız söylediklerimizden ziyade hal dilimizi okuyorlar. Şayet Ramazanı çocuklarımızın eğitiminde etkili bir zaman dilimine dönüştürmek istiyorsak dilimizden dökülenlerden önce çocuğumuzun gözüne yansıyanlara bakmak durumundayız. Bazen bu konuda tutarsız davranabiliyoruz.
Ramazanın sabır ayı, rahmet ayı, hoşgörü ve paylaşım ayı olduğundan bahsediyoruz; orucun feyzini, bereket ve güzelliklerini anlatıyoruz uzun uzun. Ancak orucun sabrımızı zorladığı anlarda yanımıza gelip bizden bir talepte bulunan ya da bize bir şey anlatmaya çalışan çocuğumuza “Oruçluyum, başım ağrıyor, şu an seni hiç çekemem” diyebiliyoruz. Buna muhatap olan çocuk orucu bir rahmet ve hoşluk olarak değil stres, gerilim ve baş ağrısı olarak görmeye başlayabiliyor. Yani Ramazanın ve orucun güzellikleri önce bizde tecelli etmeli ki çocukta bunların yansımalarını görebilelim.
__
GÜNÜN NİYAZI
Allah’ım günümüzü hayırlı eyle.
İyi şeylere yeteneğimizi arttır.
Kötülüğe meylimizi azalt.
Allah’ım.
Bizi âyetlerini görmezlikten gelenlerden eyleme.
Yaptığın uyarılardan yüz çevirenlerden eyleme.
İtaat ehlinden eyle bizi.
Emre tam uyanlardan eyle.
Kalplerimizi huzursuzluk mekânı eyleme.
Kur’an ile kalpleri tatmin bulmuş olanların arasına kat bizi.
Allah’ım.
Bizleri tövbe ehlinden eyle.
Sana hakkıyla kul olma gayretinde olanlardan eyle.
İşlerini iyi yapanlardan eyle.
Allah’ım.
Gerçeği gören basiret sahiplerinin arasına kat bizi.
Marufu yapan ve münkerden kaçanlardan eyle.
Senin sınırlarını özenle koruyanlardan eyle.
Kendini heba edenlerden eyleme bizi.
Yeni acılar yaşamaktan muhafaza eyle.
Amin!
___
AHLÂK-I HASENE
UMUDU AYAKTA TUTMAK
YÜKSEK ahlâki değerlerin başında sürekli umudu ayakta tutmak gelir.
Umudun yeşermediği hayatlar kurak çöllerden farksız olur zira. Bu sebeple umudun karar kılmadığı kalpler stres ile maluldür.
Ardından korkular, vesveseler, değersiz hissedişler gelir. Geleceğe dair ülkülerin uçup gitmesi söz konusu olur.
Bu sebeple ahlâk-ı hasene üzere yaşayan ışımış yürekler daima umutla doludur.
En zor hallerde bile onlar ümitlerinden bir kıymık bile kaybetmezler.
Zira dayanakları Allah’tır.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in umut üzerine söylediklerine dikkatli bakıldığında hayatın imarı için bu özelliğin ne kadar mühim olduğu hemen açığa çıkar.
Zor zamanlarını insanın nasıl ele geçirip içine girdiği dehlizlerden ne şekilde çıktığı çok önemlidir.
Mü’min asla umudunu kaybetmez.
Ümitsizlik girdabına düşmez.
Beşeriyet gereği zaman zaman buraya yuvarlansa bile sağlam imanına dayanarak buradan çabucak çıkar.
Çıkmalıdır.
Sadece kâfirlerin Allah’tan umut kestiği İlahî Vayhin bizlere ulaşan mesajıdır.
Eğer bizler umudumuzu kaybetmişsek kendimizi yoklamalı ve hemen yeniden iman tazelemeliyiz.
Ayrıca Sevgili Peygamberimizin çileli hayatı ve vahyin sürecine baktığımızda nice umut boğucu hâdiseler görürüz.
Peki, sonuçta ne olmuştur?
Güzel ahlakı tamamlamak ve insanlığı karanlıklardan çıkaran bir çıkış öncüsü olarak gönderilen Resulü Zişan Efendimiz bu duyguya hiç prim vermemiştir.
Yazıklanmamıştır.
Sürekli Rabbimize dayanıp ne gibi çözüm yolları bularak umudu ayakta tutacağımıza ilişkin altın ölçüler sunmuştur. Siyer-i Nebi’yi bir de bu gözle okumak güzel ahlakın temsilcisi olmak isteyenler için asla göz ardı edilmemesi gereken bir husustur.
Ey hakikat yolunun hakikatli yolcusu!
Sen umutsuz olamazsın.
Karamsarlıklara bürünemezsin.
Siyah gözlüklerle dünyaya bakamazsın.
Öldük bittik gibi vaveylalar kopararak inançsızlık derelerine sürüklenemezsin.
Kendi içine kapanıp hayattan kopamazsın.
Kendini üretimsizliğe mahkûm edemezsin.
“İyiler iyilikler atlarına binip gittiler” diyerek ağıtlar yakamazsın.
Madem Allah var, her şey vardır.
Madem Allah var, muhakkak bir çıkış yolu bulunmaktadır.
Güzel ahlakı yaşam ilkesi olarak kabul edenler öncelikle gerçek bir imana erişmelidir.
Bu ona ümidin en taze yemişlerini sunacaktır.
Zorlukların içinde gizlenmiş kolaylıkları bulup çıkaracaktır.
Yaşadıklarımıza mahkûmuz sığınmacılığına düşmeyecektir.
Eğer bizler ahlâkı haseneyi önemsiyorsak umudu ayakta tutacağız.
Yetmez.
Umudun yayıcı, taşıyıcısı olacağız.
Ümitsizliğin her türlü kemâle mâni olduğu bilinciyle hayatı iman ve aşk ile yeniden inşa edeceğiz.
Önce kendimizi umutla mamur edip ardından başkalarını da bayındır kılacağız.
___
KATKI VERENLER: Serkant Dervişoğlu, Seval Yılmaz
25.03.2023