KARANLIK kaplamıştı tüm ruhları. İyilikler çözülmüş iyiler de göç etmişti diyardan. Herkes ümitsiz bir karanlığın girdabına düşmüştü. Kötülük ve şer o kadar çoğalmıştı ki iyiliğin tozu bile bulunamaz olmuştu.
En çok dostlar zarar veriyordu birbirine. Arkadaşlıklar ise uzaktan bir selamlama ve merhabadan ibaret kalmıştı.
Herkes şikâyetçiydi aslında yaşanan bu durumdan ama şikayet edilecek, dertleşilecek kimse kalmamıştı.
Salgın bir hastalık gelmişti de bulaşmasın diye kaçıyor gibiydiler.
Sıkı sıkıya giyiniyorlardı. Çok az kişinin sadece gözlerini görebiliyordunuz.
İnsanlar yaşıyordu ama insanlık ölmüş gibiydi.
Bu hal böyle daha ne kadar devam edebilirdi ki?
Ezanlar okunuyordu ama sadece kulaklar duyuyordu. Ruhlar işitmiyordu. Yine de kaçışan şeytanları insanlar kendi dışında arıyor üzerine alınıp içinden şeytani duyguları kovmayı düşüneneler yoktu.
İşte böyle bir zamanda şehre bir yabacı akşam vakti giriş yaptı.
Kaçıştı herkes, evlerine koştu. Kimse misafir etmeyi düşünmedi.
Yüreklerinde öylesine yaban duyguları konuk etmişlerdi ki gelen Hak misafirini yabacı ve yaban görmüşlerdi.
Yalnız yabancı şehrin büyük camisine yöneldi bir âdem bulmak umuduyla. Yanılmıştı. İmam da ezanı okuyup evine kaçmıştı. Allah’ın evinde kimse yoktu.
Ne olduğunu anlayamadı. Yorumlayamadı.
Cebinden bir kağıt parçası çıkardı kalemin ucunu ağzına götürüp hohlayarak ısıttı ve “Safiyete sığınış vaktidir” yazdı.
İtina ile katlayıp tekrar cebine koydu ve oradan hızla uzaklaştı.
Bu hikâyeyi kimse kimseye anlatmadı. Sonucunu merak eden çıkmadı.
29.03.2020