SORARSANIZ hepimiz doğruluğun yılmaz savaşçılarıyız. Hayatımızda kıl kadar bile yalana, dolana, riyaya ait bir çizgi yok. Demesine deriz bunları da ya gerçekler böyle mi? Değil.
Meftun olduğum bir dönem muhabbetlerini kaçırmadığım biri vardı. Ağzından bal damlardı. Muhteşem bir hatipti. Konuştu mu sadece yanındakiler değil, uzaktakiler de kulak kesilirdi. Kelime israfı yapmazdı. Bunu hem kelimeye hem konuşmacıya hem de dinleyene eziyet sayardı.
Mu harika anlatımlar arasında gözünden dudaklarına yayılan tatlı bir tebessüm eşiğinde “Hadi biz yalanlarımıza dönelim” der, nefes alır tekrar kaldığı yerden sürdürürdü muhabbeti.
Şaşırırdım ilk zamanlar. Bu kişinin yalana tenezzül etmesi düşünülemezdi. Peki, o zaman bu vurguyu neden sıkça yapıyordu?
Sonradan anladım ki; mesaj bizlere imiş.
Siz şimdi bunu dinler, muhabbetlenir, coşar, taşarsınız. Sonra da dışarı çıkar yalanların tekrar koynuna girersiniz demek isterdi.
Yalan mıydı, hayır. Yanlış mıydı yine hayır.
Camiye gider, Hakk huzurunda boyun eğer sonra çıkar şeytanın koluna rahatlıkla girerdik.
Allah’tan, Kur’an’dan, dinden, imandan coşkuyla bahseder sonra söylediklerimizin tam tersini yapardık.
Cömertlikten dem vurup cimrilik yapar, doğruluktan bahsedip yalana meyleder, dürüstlükten mevzu açıp hile ile iş tutardık.
Dostumuzu yüzüne karşı övüp göklere çıkarır yanımızdan ayrıldığı vakit çukurlara gömer üstüne de beton dökerdik.
Doğru da eğriyi de bilirdik ama biz yine aynı kalırdık.
Neden mi? Çünkü hep yalanlara dönerdik.
Söylenen buydu ve hakikatin tam kendisiydi.