SON zamanların en çok dile getirilen hususlarından birisi iyi hissetme saplantısı. Sürekli iyi olma mecburiyetinde görüyor kişi kendisini. Ve bunun için her şeyi yapıyor.
AVM’lere gidiyor iyi hissetmek için. Alışveriş çılgınlığına bırakıyor kendini, yine iyi hissetmek için.
Hız denemeleri yapıyor, iyi hissetmek için.
Başkalarını küçük düşürecek, aşağılayacak şakalar geliştiriyor sırf kendini iyi hissetmek için.
Etrafından da bu konuda destek almayı ihmal etmiyor. Eşini, dostunu, yakınlarını, iş arkadaşlarını kendisini iyi hissettirmeleri için seferber ediyor.
“Nasılsın?” diye soranlara “İyi hissetmiyorum kendimi” cevabını veriyor. Nesi olduğu sorulduğundaysa verilen tatmin edici bir cevap bulunmuyor. Kesin olan husus kendisini iyi hissetmemesi.
Bu konu neredeyse hepimizin gündemine geldi oturdu. Oysa hayat buna izin vermiyor. Her an iyi hissetmek gibi bir durum mümkün değil.
Kederli zamanlarımız olmalı, hüzne yaslandığımız demler bulunmalı. Acıyı tatmalı, gözyaşını tanımalı…
Yoksa hayat öğretici olabilir mi? Hayat acıyı bal eyleyebilenlere veriyor ödülünü.
Günümüz insanı boşluğa hiç tahammül edemiyor. Her an kendini meşgul etmenin çabasında. İşten, spora, oradan arkadaşlarla kahve içip sosyalleşmeye, buradan sinemaya, çıkışta yürüyüşe vs vs.
Hiç boşluk bırakmadan kendisini tıka basa dolduruyor. Tüm bunları kendini iyi hissetme uğruna yapıyor.
Biraz kendine boşluk bıraksa, acılarına odaklansa, güçlü ve zayıf yanlarını görse, bunlar üzerinde düşünüp çıkış yollarına kafa yorsa kendisi için hayırlı bir iş yapmış olacak.
Ama hayır, o sadece iyi hissetmek istiyor.
Acıların ve yaşanan olumsuzlukların öğreticiliğinden kaçan herkes iyi hissetmek için akla hayale gelmeyecek enva-i çeşit oyalanacak icatlarda bulunsa da ne yazık ki, gerçekte hiç iyi olmuyorlar.
Sadece iyi hissettiren zamanlar geçirmiş oluyorlar. Gözünü kapayıp kendine gece yaptığına inanmak gibi bir düşünce bu.
Kişi kendini yenilemeye, dönüştürmeye, zayıf yanlarını güçlendirmeye, güçlü yanlarını pekiştirmeye çalışmadıkça yapılanlar hayal olmaktan öteye geçmeyecektir.
İyi olmak yolunda kişinin kendisine çıkardığı içsel engelleri tanımlayıp aşmadıkça sonuç değişmeyecektir. İyi olmak yerine iyi hissetmek çabası öncelendikçe acılardan bilge olarak çıkabilme fırsatını kaçırmış olacaktır.
İyi olmak yerine iyi hissetme eylemlerini kişi sürdürdükçe psikolojik gerilemeler önlenemeyecektir.
Öfkelerimiz bizi daha çok öfkelendirecek, mutsuzluğumuz daha fazla mutsuz edecektir.
Gidici ve üretici acılardan ders almak yerine onları kalıcı hâle getirmek bizleri daha fazla tüketmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Boşluğu doldurma arayışı tam bir çılgınlıktır.
Kedere pansuman olacak hazlar peşinde koşmak ne yazık ki, o kederi yok etmeyecek kalıcı kılacaktır.
Kendimizi kayıtladığımız şu olmazsa asla kendimi iyi hissedemem, bunu başaramazsam kesinlikle mutlu olamam, şu kadar kazanmadıkça, düşündüğüm kariyeri elde etmedikçe bana huzur haram gibi koşullanmalar gerçekten de zihnimize taktığımız prangalardır.
Kendi mahkûmiyetimize imzayı kendimiz atıyoruz. Bu yaman çelişkinin farkında bile olmuyoruz.
Suçluluğumuzu yatıştıracak zalimler bulmak yerine kendimizle yüzleşmeli, kabahatlerimizi itiraf etmeliyiz.
Yalnızlığımızı gereksiz faaliyetlerle doldurmak ve kendimizi uyuşturmak yerine onu üretken hale getirmeyi başarmalıyız.
Haksızlığımızı kabul ederek kendimizi onarmalıyız. Suçluluğumuzu inkâr etmeyerek değişmeliyiz. Yanılgımızı başkasına yüklemeyerek düzeltmeliyiz kendimizi.
Ruhumuzu inşa ederken acıların önemli bir besin değerine sahip olduğunu unutmamalıyız. Geçmişin dezavantajlarını geleceğimizin zenginliğine dönüştürmek bizim elimizde.
Bunun için öncelikle kendinden çalan hırsız rolünü bırakıp iyi hissetme saplantısından vazgeçmemiz gerekiyor.