SÜREKLİ hareket halindeydim. Durmadan dolaşıyordum. Gitmediğim muhabbet mekânı, dinlemediğim yazar, okumadığım kitap olmasın istiyordum. Nefessiz bir takip gibi görünürdü dışarıdan bakıldığında. Pek durulacağa benzemiyordu halim.
İşin ilginç yanı şuydu ki, mutmain olamıyordum. Aradığımı buldum sanıyordum ama içime ektiğim tohumlar istediğim seviyede fidan vermiyordu.
Yorgunluğum da kızgınlığım da giderek artıyordu.
Ehl-i kalp olarak bildiğim bir dost vaziyetime tanık oldu. Bugün bile taptaze hatırladığım bir cümle bırakmıştı gönlüme. “Sakinken tutar maya.”
Biraz sessizlik, az biraz sakinlik ve frene basmak gerekiyordu.
Her an her yerde olmak mayalanmaya maniydi demek ki… Yani işin temel gereğinden uzak duruyordum. Yoğurdun mayalanması bile belli şartlar gerektirmiyor mu? Doğru bir ısı seviyesi olmalı ve kâfi derecede maya usulüne uygun şekilde katılmalıydı. Sonra sarıp sarmalamalı ve sakin kalınabilmeliydi.
Beklemeyi bilmezsem mayalanmış olamayacağını anlamıştım. Sabırsızlık, telaşe ve kaygı mayalanmanın en dehşetli manileri olarak önüme çıktı.
Tekrar soracak olursak “Ne zaman maya tutar?” diye artık olması gerekenleri biliyordum.
Ruhumun üşümeyeceği bir ortam, doğru veriler ve iyi bir maya ile doğru mayalayan maharetli bir elin varlığı…
Sonrasındaysa sükûnet ve sabır.