RAMAZAN GÜNLÜĞÜ 18 GÜN

UĞUR CANBOLAT

BİR ÂYET BİR HADİS

Göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunanların da Rabbi, doğuların da Rabbidir. Biz en yakın göğü, bir ziynetle, yıldızlarla süsledik.  Saffat Sûresi Âyet 5-6

Düşünerek hareket etmek Allah’tandır. Acele etmek ise, şeytandandır. Peygamberimiz (sav)

Enfeksiyon Kapma!

BU riskimiz var mı? Var! Kuvvetli de üstelik.

Mevsim de buna müsait. O nedenle enfeksiyon konusunda dikkatli olmalı, tedbirsiz davranmamalıyız!

Özellikle anneler, bilhassa okul dönemlerinde çocuklarının enfeksiyon kapmasını, çocuğunun bununla başının derde girmesini istemez.

Duyarlı aile büyükleri bu nedenle konuya yakınlık duyar enfeksiyon riskleri hakkında bilgilerini geliştirirler. Belirtileri konusunda da duyarlılık eşiklerini yükseltirler.

Ateş, şiddetli baş ağrısı, kusma, ense sertliği, patolojik refleksler, nabız durumu gibi pek çok hususta hatırı sayılır bilgilere sahiptirler. Araştırmışlıkları vardır.

Bu konularda gazetelerin sağlık köşelerini takip ederler. TV programlarına dikkat kesilirler, radyoların sağlıkçı konuklarına alaka gösterirler.

Bu gayretlerin tümü sağlık sorunu yaşamamak içindir. Kendilerini, eşlerini ve çocuklarını koruma altına alır, himaye ederler.

Bu elbette çok tabii bir reflekstir. Olması gerekendir. Enfeksiyon kapıp yataklara düşmeyi engellemeye matuftur. Koruyucu çalışmalardır.

PEKİ enfeksiyon bunlarla mı sınırlıdır? Hayır!

Yalan önemli bir enfeksiyondur aslına bakarsanız. Yalan virüsü bir kez bünyenize girip yerleşti mi, artık sizin için kimse ‘Geçmiş olsun’ diyemez!

Zira geçmez, yerleşir ve öylece kalır.. İyileşme görülmez. Tahribatına devam eder. Tüm bünyeyi bir ahtapot gibi sarar. Sağlıklı tek bir nokta bile bırakmaz.

Kişinin ruhsal bütünlüğünü bozar. Moral dünyasını yerle bir eder. Hayattan tat almasını engeller.

Yalan virüsüne maruz kalan kişi genellikle bu ‘İllete’ yakalandığını söylemez. İtiraf etmez. Hekimine gitmez. Muayene olmaz. Reçete almaz. Kendini ölüme mahkum eder!

İşin önemli bir yanı da enfeksiyon kapanlar başkasına bulaşmaması için özenli davranır. Dikkat eder. Koruyucu çalışmalar yapar. Hatta ‘Aman yaklaşma, sana da bulaşmasın’ şeklinde dostane uyarılarda bulunur. Muhatap olduğu kişi de bunu bilir ve tedbir alır.

Yalan enfeksiyonuna maruz kalan ve bunu bünyesine alan kişideyse durum böyle değildir. Kendini korumadığı gibi bu virüsü başkalarına da bulaştırır. Hiç sakınmaz. Hatta sakınması bir yana başkalarını zehirlemekten ‘Marazi’ bir zevk bile alabilir.

Bunu giderek bir hayat tarzı haline de dönüştürebilir. Çift taraflı risk barındırır kısacası!

Sözünde durmamak, vadini yerine getirmemek, yapacağım dediğini yapmamak, aldığı borcu gününde ödememek de aynı şekilde sosyal hayatımızı bozan bir virüs değil midir? İnsanlar arasından olmazsa olmaz diyebileceğimiz ‘Güven duygusu’nu dinamitlemez mi? Birbirileri ile konuşurken, ‘Karşımdaki bunu söylüyor ama acaba aslında ne demek istiyor?’ fikrine sürüklenen toplumda bu virüs işler halde değil midir? Yalan virüsü güven gibi önemli bir cevheri kaybetmemize sebep olur!

Riya davranışları da bir virüstür. Gösteriş üzerine kurulu olan, tamamen başkalarına verilecek ‘Hava’ etrafında oluşturulan bir davranış zehirleyici değil midir? Küçültücü sayılmaz mı?

Aynı şey gururlu tavırlar, küçümseyen edalar, üstenci bakışlar, sadece ‘Ben bilirim’ söylemleri içinde aynen geçerlidir.

Kin duygusu da en çok tahrip edenlerden… Yıllarca bünyeden çıkmaz ve insan duygularını felç eder.

Tahrip ediciliği yüksektir.

Anlayışsızlık, saygısızlık, vefasızlık, değer bilmezlik insan gönlüne atılan en zehirli tohumlardır. İçinde yüksek oranda bakteri barındırır. Ciddi bir enfeksiyon nedenidir. Kaçınmak zaruridir.

Ruhumuzu muazzep eden şey, bu virüslerden kaçamayışımızdır.

Fark edemeyişimiz, bunlara karşı yeterli bilgi donanımına sahip olamayışımızdır.

Onlara karşı nasıl tavır almamız gerektiği konusunda yeteri kadar düşünmüş olmamamızdır.

Yapılacak şey nedir peki?

Bu virüsleri tanımaktır. Neleri kaybedebileceğimizi idrak etmektir. Mânevi bünyemizde açacağı tahribatın boyutları hakkında gerçekçi düşünerek enfeksiyon kapmamak için gerekenleri bir an evvel yapmaktır.

Nasıl ki, bedensel bir rahatsızlığımız olduğunda hekime gidiyor, şikâyetlerimizi bir bir sıralıyor ve bize doğru bir çözüm üretmelerini istiyorsak burada da aynı hassasiyeti göstermeliyiz.

Rumuzu zehirleyen, vicdanımızı körelten gönlümüzü dumura uğratarak sevdasız hâle getiren virüsleri teşhis etmeliyiz. Tespit etmeliyiz.

___

KUR’AN’DAN KAVRAMLAR

HASENE KAVRAMI SÖZLÜK ANLAMI

Hasene kelimesi Kur’an-ı kerim’de 28 âyette tekil, üç âyette çoğul (hasenat) şekli ile geçmektedir. Bu âyetlerde, hadislerde ve İslami literatürde hasenenin kullanımına baktığımızda üç farklı durumla karşılaşılmaktadır.

a) Mutlak olarak iyi ve güzel, fiil, davranış veya halleri ifade etmek üzere kullanılır. Yapılan iş eğer iyilik ise Allah ecrini katlar, ayrıca kendinden büyük mükâfat verir. (Nisa, 4/40)

Aynı şekilde Allah’ın huzuruna bir iyilikle gelen bunun karşılığını on misli ile alacaktır. (En’am, 6/160)

b) Bazı âyetlerde hasene ve seyyie’nin bir fiil, davranış veya halin niteliği olarak kullanıldığı görülür.

c) Üçüncü kullanılış şekli ise insanın bedeni, ruhi ihtiyaçları ve talepleri ile uyuşan, dolayısıyla hedeflenen imkân ve fırsatları, ulaşılmak istenen nimet, mükâfat, iyi ve mutlu akıbet gibi gayeleri ifade eder. Nisa, 4/78-79; Al-i İmran, 3/120

‘Hasene’ şu anlamlarda da kullanılmaktadır:

Varılacak güzel yer. Âl-i İmrân, 3/14.

Uyulması gereken, şüpheden uzak olan güzel söz. Bakara, 2/83.

İnsanı yücelten, Allah’a yaklaştıran güzel imtihan. Enfâl, 8/17.

Allah’ın işleyenlere güzel bir mükâfat verdiği sâlih amel (hasene). Hûd, 11/3.

__

ESMAİ HÜSNA HATİCE FAHRUNNİSA

EL CELÎL- ZÜ’l-CELÂLİ VE’L-İKRÂM

CELÎL kavramı sözlükte büyüklük, azamet sahibi olmak, ululuk, haşmetli anlamlarına gelen celâl kökünden türemiştir. Aynı zamanda kuşatıcılık ve kapsayıcılığı da belirten bu sıfat Allah’a nispet edildiğinde “hiçbir kıyas kabul etmeyen, yaratılmışların vasıflarından münezzeh bir şekilde kuşatıcı, mertebesi yüksek olan mutlak azâmet ve kibriyâ sahibi demektir.

Râgıb el-İsfahânî, Allah’ın Celîl ismi ile vasıflandırılmasının sebebini “kendi varlığına delâlet etmesi istenen azîm, büyük varlıkları yaratması veyahut hakkıyla bilinmekten ve duyularla algılanmaktan yüce oluşudur” şeklinde izah eder.

EL-CELÎL ismi Esmâ-i Hüsna’da yer alan el-Kebîr ve el-Azîm ismi ile de yakın anlam taşır. Ancak bu isimler asla birbirinin tekrar etmez. Kebîr ismi Allah’ın zâtının, Celîl ismi sıfatlarının, Azîm ismi ise hem zâtının hem sıfatlarının mutlak azameti ve kemâlini anlatmak için kullanılmıştır. Bununla birlikte ismin türediği celâl kökünün “uzun ömürlü olmak” manasına göre değerlendirildiğinde “zamandan münezzeh olan ve varlığın başlangıcı” anlamındaki el Kadîm, “sonsuz ve öncesiz, varoluş açısından ilk olan ve varlığının başlangıcı olmayan” anlamına gelen el Evvel ismi ile benzer manalara geldiğini görürüz.

Kur’ân-ı Kerîm’de el-Celîl ismi münferit olarak geçmez. Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm ismi iki âyette Allah’ı niteleyerek kullanılır. (Rahmân, 27-78) Ayrıca Allah adının anılmasından sonra edebe riayetten ve tazim etmek amacıyla azâmeti ve şanı yüce olan anlamındaki “azze ve celle”, “celle celâluh” ve “celle şânüh” ifadelerini de sıkça kullanırız.

EL İKRÂM Allah’ın Kerîm oluşunun fiil şeklidir. Allah cömerttir, çok hoşgörü sahibidir. Dolayısıyla biz kullarını da cömertlik ve anlayış sahibi kılmak O’nun ikramıdır.

Allah’ın tüm tecellileri iki şekilde incelenir: Celâl ve cemâl. Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm ismi bu iki tecelliyi de kapsar. Bu tecellileri tek başına anlamlandırınca kişiye celâl tecelliler şer görünür. Bu ancak insanın eksik ve yanlış algısından kaynaklanan bir durumdur. Kul bu noktada cemâl yerine sadece celâl tecelliyi fark eder. Cemâl tecelliyi fark edende ise bir bütünlük dahilinde olaylara baktığı için sebep sonuç ilişkisini görerek celâl ve cemâl tecellisinin dengesini ve hakikatini bulur. Çünkü yüce kitabımızda da belirtildiği üzere her zorlukla beraber tarife sığmaz bir kolaylık vardır. (İnşirah 6)

Allah’ın ikram sahibi olmasını sadece nimet vermesi olarak düşünmemiz oldukça eksik olur. Allah kendisine inanan, inanmayan, itaat eden, isyan eden bütün kullarına nimet verir. Oysa Allah sadece değer verdiği, sevgi gösterdiği kendisine dost olan kimselere ikramda bulunur.

Bu ikrama nail olmak için bildiklerimizi bir tarafa bırakıp kendini beğenmek, haklı olduğunu zan etmekten vazgeçelim çünkü mutlak olarak Kibriya olan Allah’tır. Kur’an’da geçen Allah’ın sevdiği kullarının özelliklerini öğrenelim ve onları uygulamaya geçelim. Allah cümlenizi muvaffak etsin. Âmin. 

RAMAZAN PEDAGOJİSİ DOÇ.DR AHYAN ÖZ

HİLAL BİZE NE ÖĞRETİR?

Hilal, Ramazan’ın hem gelişinin hem de gidişini habercisi. Malum olduğu üzere hilal, ufukta ince bir çizgi olarak belirdiğinde Ramazan ayı başlamış demektir. Eskiden bunun için havanın daha net gözlenebileceği yüksek yerlere gidip uzun gözlemler yapılırmış. Bugün artık teknik araçlarla bu uzun gözlemlere gerek kalmadan hilalin doğuş zamanı kolayca hesaplanabiliyor. Ramazan’a veda etme vakti de ufukta beliren ters yönlü bir çizgi ile belirleniyor. Yani Ramazan, ufukta beliren iki ince çizgi arasında bir dem. Buna, parantez arası da diyebiliriz. Doğuşu ve batışı simgeleyen bu ders yönlü iki çizgi, varlıkla yokluk, doğumla ölüm arasında çok ince bir çizgi olduğunu anlatır bize. Doğum çizgisini atlar varlık kazanırız, ölüm çizgisini geçer yokluğa gark oluruz. Hayat bir parantezden ibaret velhasıl. Diğer taraftan hilal bize hayatını dolu dolu yaşa demek ister bir taraftan. En enerjik zamanlarında, ki bu gençlik ve yetişkinlik dönemleridir, kendindeki bu imkânı başkalarını aydınlatmak, onlara fayda sağlamak için kullan mesajı verir. Ama bir taraftan da bu enerjiyi, bu imkânı kendinden bilme gafletine düşme der alttan alta. Enerjisini Güneş’ten alan ay, bize de kendimizdeki bütün imkân ve istidatların hakiki sahibinin Allah olduğunu hatırlatıyor. 

GÜNÜN NİYAZI

GÜNÜMÜZÜ hayırlı eyle. Çalışmalarımızı verimli eyle.

Yaralarımızı sarmaya muvaffak eyle. Acılarımızı dindir. Daha büyük acılar gösterme.

Allah’ım.

Sağlığımızı daim imanımızı kavi eyle. İçimizdeki düşmanlara boyun eğmeyenlerden eyle.

Nefsin hile ve tuzaklarına yakalanmayanlardan eyle.

İlmini, nefsini terbiye etmekte kullananlardan eyle.

Bütün hal ve tavırlarında kendisini Sana veren insan-ı kâmillerden eyle.

Hikmet ve takva ehli âlimlerden yararlananlardan eyle.

Allah’ım.

Kendisini güzel ahlak ile bezeyen ve çevresine de bunu yansıtanlardan eyle.

Günahta, düşmanlıkta ve haram yemekte yarışanlardan eyleme.

Kullukta gevşek olanlardan eyleme. Başarının anahtarı olan sabrı bilenlerden eyle.

Yardım Sendendir. İhsan Sendendir. İkram Sendendir. Lütuf Sendendir.

Sen bizi koru. Muhafaza eyle. İkramına, ihsanına, lütfuna, yardımına muhtacız.

Bizi mahrum etme Allah’ım.

Âmin!

___

AHLÂK-I HASENE UĞUR CANBOLAT

KONUŞULMAYA LÂYIK OLMAK

GÜZEL ahlâk insan ayrımına izin vermez.

Başkalarını tanımlama hakkı bize ait değildir. Tanımlama konum belirlemeyi getirir çünkü.

Kendinizi üst bir pozisyona sabitleyerek tanımladığınız kişiyi başka bir noktaya yerleştirirsiniz.

Bir üst ve ast ilişkisi geliştirirsiniz.

Bu ise zamanla ötekileştirme gibi bir davranışı sonuç verir.

Neticede şu insanla konuşurum, şununla sohbet ederim, diğeriyle sadece selam ve merhaba ilişkisi kurarım, bir başkasıyla ise asla konuşmam gibi hayatı ve insanları kendi sübjektif yargılarıyla konumlandırmak hayatın gerçeğini kavramak isteyenler için yanlış yoldur.

Sonrasında ne olur peki? Sınıflar oluşur.

Kendisinden olanlar iyi ve makbul diğerleriyse kötü ve değersiz hâle gelir.

Ahlâk-ı hasene açısından meseleye yaklaşıldığında bu davranış çıkmaz sokaktır.

Yüce yaratıcımızın yaratmaya değer gördüğü bir varlık üzerinde bizim bu türlü katagorize etme hakkımız var mıdır?

Hakk katında onun veya bizim değerli oluşumuzu belirleyen nedir? Takva değil mi?

Kendilik bilincine ulaşıp Allah’a karşı sorumluluk duyanlar, kendine reva görmediğini başkasına da görmez. Bizi insan kılan biraz da bu değil midir?

O halde herkes konuşulmaya layıktır ve bunu belirleyen bizler değiliz.

Ey hakikat yolunun hakikatli yolcusu!

Cenâb-ı Hak tüm insanlığa peygamberleri aracılığıyla vahiy göndererek konuşmaya, mesaj iletmeye lâyık görmüş ve bunu çok önemseyerek Nübüvvet gibi bir kurum oluşturmuş iken biz ne oluyoruz ki farklı davranıyoruz.

Rabbimizin verdiği hakkı hangi hakla almaya çalışıyoruz? Bizi yaratan farklı onu yaratan farklı mı?

Kur’an-ı Kerim aynı anda hepimize hitap etmiyor mu? Aynı sorumluluklarla yükümlü değil miyiz?

Hayatın öte yakası olan ahirette sorgulanmamız farklı ilkeler üzerinden mi olacaktır? Hayır!

O halde bu aymazca tutumumuzu hakikat açısından izah edebilir miyiz?

Güzel ahlakın yüksek erdemleriyle yaşamayı prensip hâline getiren hiç kimse bir başkasını kendinden küçük, aşağıda ve değersiz göremez.

Şu halde içinde bulunduğumuz bu yanlış anlayıştan süratle dönmemiz gerekmektedir.

Kendi ırkını, milliyetini, coğrafyasını, ten rengini, dilini, inancını, örf ve âdetlerini öne çıkarıp başkalarından üstün tutmak dayanaktan yoksundur.

Kibir kokmaktadır. Örseleyicidir. Kur’an herkese inmiştir. Vahyin hitabı herkesedir.

Sevgili peygamberimiz tebliğinde ayrım yapmamış kendisine eziyet edenlere bile yumuşak bir dil ve değer verici bir tavır ile konuşmuştur.

İlahî vahyin muhatap aldığını muhatap dışı bırakan bir anlayış İslamî olmadığı gibi insanî de değildir.

İslamiyet’in en güzel insanlık olduğu bilincine eriştiğimizde güzel ahlakı zedeleyen bu türlü tutum ve davranışlardan uzak kalmayı başarabileceğiz.

Âlimlerimizin insanlığı “Ümmeti dâvet”, ve “Ümmeti icabet” şeklinde değerlendirdiğini hesaba kattığımızda mesele açığa çıkar. Konuşulmaya layık olmayana tebliğ yapılamaz.

Güzel ahlak açısından konuşulmaya layık olmayan insan yoktur.

Bütün mesele bizimle konuşan yüce kitabımızla bizim ne kadar konuşabildiğimizdir.

KATKI VERENLER: Serkant Dervişoğlu, Seval Yılmaz

09.04.2023

https://www.istiklal.com.tr/haber/ramazan-gunlugu-18/751258?fbclid=IwAR2_Jr0OQihHscnwp_HNL1DCupZp-7b3sQKsMfaBhr41Msme0z85co9Fo4I

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir